Reklam

Tarımı kadınlar kurtaracak

Aysun Sökmen, eşi Mehmet ve oğlu Can ile 2000 yılından bu yana hayvancılık yapıyor. Gündönümü adını verdikleri aile çiftliği İstanbul Silivri’de.

Tarımı kadınlar kurtaracak

Aysun Sökmen, eşi Mehmet ve oğlu Can ile 2000 yılından bu yana hayvancılık yapıyor. Gündönümü adını verdikleri aile çiftliği İstanbul Silivri’de.

Tarımı kadınlar kurtaracak
15 Mart 2022 - 11:03

Ali Ekber YILDIRIM
 
 

 

İstanbul doğumlu olan Aysun Sökmen’in aile geçmişinde hayvancılık yok. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra yaklaşık 10 yıl tekstil sektöründe çalışıyor. Herkes gibi İstanbul’un trafiğinden, gürültüsünden, stresinden şikâyetçi. Ailesine zaman ayıramamanın sıkıntısını yaşıyor.

Tekstil işinde çalışırken İngilizce ve Almanca bilmenin avantajı ile sık seyahat ediyor. Almanya ve Hollanda’ya her gittiğinde gördüğü aile çiftliklerinden çok etkileniyor. Benzer bir çiftlik kurma hayali, eşi Mehmet’in hayali ile birleşince henüz doğmamış çocukları için kırsalda bir yaşam kurmaya karar verirler.

Bir yıl sonra, 2001’de oğulları Can dünyaya gelir. Böylece üçlü ortaklık tamamlanır. Gündönümü çiftliği üç ortaklı olarak yola devam ediyor.

Yapılan görev bölümünde Aysun, geçmişten gelen deneyimiyle pazarlama ve satış işlerini üstleniyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda Üflemeli ve Vurmalı Çalgılar öğretim görevlisi olan Mehmet’in müzik yeteneği, toprak, bitki, üretim sevgisi ve el becerileri üretim sorumlusu olmasını sağlıyor. En büyük sorumluluk ise Can’ın. İçine doğduğu çiftliği, işletmeyi gelecek kuşaklara taşımak.

 

Doğa ile uyumlu üretim felsefesi

Gündönümü çiftliği, 30 kişilik büyük bir aileden oluşuyor. Sökmen ailesi ve birlikte çalıştığı ekip sadece hayvancılık yapmıyor. Doğa ile uyumlu bir üretim felsefesini de uygulamaya çalışıyor. Çiftlikteki sürüdeki inekler, ırk seçimi, onların yiyeceğinin üretilmesi, doğayla uyumlu bir yaşam felsefesini yansıtıyor.

Gündönümü Çiftliğini farklı kılan özelliklerinden birisi işe başlarken, ilk günden itibaren hayvan refahını, çalışanların refahını, mutluluğunu üst düzeyde tutarak elde edilen sütün de temiz olmasını sağlamak. Çiftlikteki süt, zoonoz hastalıklardan arilik sertifikası almış ineklerden elde ediliyor.

İneklere GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) içeren yemler verilmiyor. GDO’suz besleniyor. Gündönümü çiftliğinde yapılan hayvancılık sıradan değil. Birçok yönüyle örnek alınacak farklı bir yapısı var. Ayrıca, ürettiği sütü işlemeden çiğ olarak pazarlayan, tüketicileri iş modeline entegre eden bir model.

Türkiye’nin tarım kültürünü, zenginliğini yansıtan, üretici-tüketici bütünleşmesini sağlayan bu örnek modeli Aysun Sökmen ile konuştum.

İşini tutkuyla yapan bir kadın

 - Hayvancılık kolay iş değil. Sadece İstanbul’un trafiğinden, gürültüsünden kaçmak için yapılacak bir iş hiç değil. Siz bu işi büyük bir tutkuyla yapıyorsunuz. Başlangıçtaki hayallerinizi, hedeflerinizi, yaşadığınız zorlukları anlatabilir misiniz?

- İşimi tutkuyla yapıyor olduğum doğru; yaşamı ve insanları seviyorum. Samimiyet değerim gereği ne yaparsam tutkuyla oluyor. Hayatım boyunca girdiğim ilişkilerimde ve yaptığım işlerde tüm yüreğimi koyarak orada olmayı seçmekteyim. Her şeyinizle giriştiğinizde hem rahat uyuyorsunuz hem de tüm becerilerinizi ortaya koyduğunuzdan sonuçla ilgili keşkeniz olmuyor. Tekstil sanayicisi göçmen bir ailenin 3. nesliyim. Geçmişimizde hayvancılık yapan yok. Başlangıç hayalim; ailemin tekstil sektöründe Uzakdoğu’ya kaptırmakta olduğu işimizi/varlığımızı gelecek nesillere taşımaktı. Tarım ve hayvancılık sektörü ise devletin teşvikler verdiği, özendirdiği; finansal açıdan cazibesi varmış gibi gözüken bir sektördü. Gerçi sonraları bunun 5-10 yılda bir sahnelenen; yatırımcıların sürekli battığı, temel aktörlerin para kazandığı ve ülke tarımının gelişmediği kötü bir oyun olduğunu gördüm.

Tüketiciyi üretime ortak eden model

- Türkiye’de hayvancılık yapan büyük, küçük, orta, on binlerce üretici, işletme var. Siz farklı bir hayvancılık yapıyorsunuz. Hem üretim hem de pazarlama açısından. Bu farkı nasıl yarattınız? Sizi diğerlerinden farklı kılan ana unsurlar nelerdir? Zorlukları ve avantajları nelerdir?

- Ülkemizde, çeşitli ölçeklerde oldukça çok üretici var. Bizim farkımız seçeneksizlikten doğdu sanıyorum. Bizim için şehre geri dönmek seçenekler arasında yoktu, başarmanın yolunu bulmak, yoksa da tasarlamak zorunda hissettik kendimizi. Bitkisel ve hayvansal üretimin canı sermaye değil, zaman... “İdare eder” şeklinde dahi zamanın geçmesine kanaat edebilmeniz lazım. Bir şehirli olarak çok kibirle ve her şeyi kontrol edebilirim kafasıyla geliyorsunuz ne yazık ki. Parasını verir alırım, parasını verir yaptırırım kırsalda işlemiyor. Burada gereken altyapı zamanla oluşturabileceğiniz parametreleri içeriyor.

Mehmet üretime, araştırma-geliştirmeye ağırlık verdi. Ona sermaye bulmam ve zaman kazandırmam gerekiyordu. Ben de tüketiciyi üretimin hikâyesine ortak ettiğim bir model kurguladım. Bizi diğerlerinden farklı kılan, hata yaptığında bunu dinlemeye ve kabule hazır mütevazı bir yapımız olmasıydı. Eğer bir şikâyeti kabul edebiliyorsanız, kendi kusurlarınızı da kabul edebilen bir yapınız var demektir.

Hayvancılıkta değişmeyen döngü

- Hayvancılık sektörü, üreticileri en çok şikâyet eden, en çok “ağlayan” kesim olarak görülüyor. Sektöre yeni girenler, tamamen bırakanlar, çok farklı bir yapı var. Siz de Türkiye’de yaşıyorsunuz. Siz de benzer sorunlarla karşı karşıyasınız. Ama ben sizin şikâyetçi olduğunuzu pek görmüyorum. Siz sorunları nasıl çözüyorsunuz? Sizin yaptığınız ama diğerlerinin yapmadığı neler var?

- Bu soru için size çok teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz ben Tüm Süt, Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği’nin (TÜSEDAD) kurucu başkanıyım. Ne yazık ki gerek kadın oluşum (burada kadın oluşumdan bahsetmemin sebebi bir ayrımcılığa maruz kalmam değil, daima sayıca erkek üstün grupların hayvancılıkta STK’ları elinde tutuyor olması) gerekse de ağlayanlara tahammül edemeyişim nedeniyle artık yönetimde görev almayı seçmiyorum. Sanırım ülkemizdeki erkekler çocukken hep ağlayarak annelerinden imtiyaz elde etmişler. Büyüdüklerinde de aynı reçeteyi uygulamak istemekteler. Ah bizim şefkatli analarımız, şu oğlanları ağlatmamayı öğrenmeliler belki de. Haklısınız, ben şikâyetçi değilim; hayat felsefem memnun olmadığım ortamı güzelleştirmeyi ya da oradan ayrılmayı gerektirir. Bir duruma dair şikâyet etmek doğacak çözümleri yok ediyor.

Ülkemizde hayvancılık sorunsalının temelindeki sorun bizi köylülük üzerinden cezalandırıp ezen kapitalist sistem ve buna teşvikleriyle suni yön veren devlet sistemleridir.

2000 yılından beri hep aynı döngüyü üzülerek izliyoruz. Eminim 2000 öncesi de vardı, devam da edecek. Reçete şöyle;

1- Cazip teşvik çıkart.

2- Sermayesi olanlara yatırım yaptır.

3- İnşaat, damızlık, traktör, ekipman ve benzeri işler yapan firmalar kazansın.

4- Sürece katılan üreticiler arz talep dengesinde ihracat şansı olmayan, iç piyasada da gelebileceği yeri belli üretime katkı yapsınlar.

5- Arz artsın, fiyat düşsün. Düşmüyorsa üretici ithalat ile cezalandırılsın.

6- İflaslar başlasın, inekler kesilsin.

7- Madde 1’e geri dön ve zinciri tekrarla.

Biz daima tüketicimizin taleplerini duymaya ve ideallerimize uyduğu sürece bunları ekipçe ve daima gerçekleştirmeye çalıştık. Neticede yaşamamıza ya da ölmemize karar verecek gerçek kişi müşterilerimizdir, beklentiler karşısında dönüşmek kurumumuzun kültürü gereğidir.

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ


Bu haber 595 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum