Bölgemde yeni yapılacak olan üç okulun inşaatlarına hemen başlamak üzere köylere gittim. Kanunen inşaatların taşı, kumu ve ameleliği köylüler tarafından temin edilmesi lazım. Benim köylüler hiç yanaşmıyorlar. Hatta arsaları bile göstermek istemediler. Güç bela yerlerini ayırdık. Fakat planları uygulamak için ip yok, kazık getirmezler, kazıkları çakmak için balta yok. Ah, memlekette hiçbir şey yapmamak için bir ruh aşılandı halkımıza. Demokrasi varmış (!) onun için köylerinde yapılacak okula bir çivi getirip çakmak istemiyorlar. Konuşuyorum, uzun uzun anlatıyorum, dinler görünüyorlar, bitince her biri bir yere dağılıyor. Bir köyde “eski ezan kabul edildi, eski yazı da kabul edilecekmiş” demeye kadar vardırdılar. Çaresiz her şeyi yüzüstü bırakıp ağlamaklı bir içle Almus’a, evime döndüm. Burada okulun bahçe kapısını da açık koymuşlar. İçerisi inek ahırı olmuş. Diktiğim sebzeler, fidanlar hep çiğnenmiş, kırılmış.Hayvanlar okulun duvarına sürtünmüşler. Camlarını kırmışlar, sıvasını dökmüşler. Köyden bir kimse gelip de kapıyı kapatıvermemiş, belki de kasten açtılar.
Evime girdim kuru, fakir, tam takır. Kitaplarım dağılmış, yatağımda fareler oynamış. Bütün gece uyuyamadım. Evim yanmış, felaketler ortasında kalmışım gibi kıvrandım, şu anda sana yazmaktan başka çare yok. Ne yapacağız böyle? Memleket nereye gidiyor böyle?
Halise işte seni buralara çağırıyorum. Şu haliyle berbat bir yere. Ama hayat her yerdedir. Yaşamak burada da güzel olabilir. Dövüşür gibi yaşamak, mücadele ede ede yaşamak. Ne mümkünse onu yaparız. Okulu yeniden tamir ederiz. Bahçeyi yeniden düzeltiriz. Sınıfları zevkimize göre tanzim eder, tertipleriz. Belletim yılına yakın kalınca da öğrencilerimizi toplayıp A’dan başlarız. Ah köy öğretmenleri! Her türlü imkansızlıklar içinde, hele şu sırada şımarmış, küstah yüzlerin karşısında köy öğretmenleri… Tek başlarına, yardımsız köy öğretmenleri!
Fakat Halise dikkat ediyor musun, günümüzde köy öğretmeni kadar ehemmiyetli bir insan yoktur. Köy davası deyince herkes şöyle bir kulak kabartıyor. Mahmut Makal bir çırpıda meşhur oluverdi. Şahsi değeri yanında asıl mevzuun değeri… Değil mi öyle? Yani köy meselesi memleket aydınının kafasında öyle bir tavında ki artık ondan kaçılamaz. “Köy” şimdiye kadar olduğu gibi artık ihmal edilemez. Seni köye çağırıyorum. Milletlerin kalkınmasında köy öğretmeninin çektiği ıstırap faydalı bir ıstıraptır. Seni bu acıların içine çağırıyorum, duyarak, düşünerek gel. Bir gün alnımız ak çıkacak. Halktan kaçmış, menfaatperest, kendi dar saadetlerinin çemberine hapsolmuş kimselerin seviyesine düşmeyelim. Vicdanlarımız karşısında rahat kalalım.
Burada benim büyük hüzünlerle dolu, Orta Anadolu’nun sonsuz stepleri ile şekillenmiş bir dünyam var ki seveceksin. Orada yıldız yıldız inançlar, sevgiler bulacaksın. Halkımın kanı ile birleşmek isteyen kanımın sıcaklığını hissedeceksin. Gel bu denize beraber dalalım. Sıkıntılarımız bir gün nasıl olsa geçecek. Yarının mesut Türkiye’sine giden sarp yollarda, tehlikeli yollarda birbirimize tutunarak yürüyelim. Birbirimize dayak olalım, gel!...
Şu anda seni yanımda görmek isterdim. “Peki” deyişini duymak isterdim. O zaman bütün kuvvetlerimi yeniden toplayacak ve yeniden okullarımın temelini atmağa gidecektim. Ah yanımda olsaydın da bu cümleyi yazarken gözlerimin nasıl yaşardığını görseydin. Bundan daha büyük, bundan daha manalı bir iş tasavvur edemiyorum. Gel gör ki karşıma ne güçlükler çıkarıyorlar. Ama başaracağım Halise! Çünkü benim istediğim onların istemediğinden çok daha kuvvetli, çok daha candan..
Hadi bana mektup yaz, beni tamamla, selamlar selamlar.
* (Fikirler Dergisi 1950)
Alıntı Talip Apaydın Sayfası
Öğretmen Halise’ye Mektup / Talip Apaydın
Şu anda sana yazmaktan başka çarem yok. Burada öyle güçlükler karşısında kalıyorum ki, tek başıma zayıf düşüyorum. Halkın arasında duyarak, düşünerek çalışan her aydın, Ceyhun Atuf’un dediği gibi gerçekten derin bir acı ile muzdarip olacaktır, hiç başka yolu yok.
15 Ağustos 2020 - 20:37
Bu haber 3992 defa okunmuştur.
YORUMLAR