Süreyya Özcanım
Aynı sözler , aynı uğraşlar ,aynı hastalıklar aynı tedavi şekilleri …
Çocukluğumuzda çok fazla hastalık nedir bilmezdik.O zamanlar ince hastalık dediğimiz veremi bilirdik sadece, ne şeker ne tansiyon nede başka bir hastalık... Neden öldü diye sorulduğunda ya yaşlılıktan
yada kaza geçirdi denilirdi .
Kuşaktan kuşağa aktarılan “koca karı“ (bilgili yaşlı kadın )tedavi yöntemlerinin çoğunu bilirdi, analarımız .
Onun içinde tüm analar evin doktoru şifacısıydı. Belki hiç biri uyguladıkları tedavi yöntemlerinin nedenini bilmez “biz anamızdan öyle gördük “ derlerdi .
Ağrıyan yerimiz olduğunda içlerinden okudukları duayla ağrıyan yeri ovup okşarlardı . O sıcaklığı içimize kadar hisseder ellerini çekmelerini istemezdik İnanmak belkide en etkili tedavi şekliydi.Yaptıkları biyoenerji uygulaması mıydı ,bilinmez ama ağrımız gerçekten hafiflerdi.
Bir çoğumuzun en çok sevdiği uygulama ise ,bir yerimiz yaralandığında “öpeyim geçsin” diye analarımızın yarayı öpmesiydi . Bunun da tıbbın kabul ettiği bir açıklaması var elbet , acı beyne ulaşmadan analarımızın o acıyı sevgiye dönüştürmesi ve doğal ağrı kesicileri devreye sokması...
Onlar hastalık gelmeden önlem almayı öğrenmişlerdi.
Kış mevsimi geldiğinde , mevsimsel hastalıklara karşı tüm önlemler alınır ,sobanın üzerinden ıhlamur hiç eksik olmazdı... en çok tükettiğimiz tahin pekmezi babam tahta kaplarda alırdı.
Kurutulmuş her meyvenin kompostosu yapılırdı... o tatlı sofralardan eksik olmazdı . Her ne kadar bilmesekte nenelerden kalan bu uygulama doğal tatlarla şifanın kana daha çabuk geçmesi içindi . Benim büyük dedem 95 yaşında hiç hastalanmadan vefat etmiş . Anam kurutulmuş meyveleri hep yanında taşırdı hatta yatağın başımda bile olurdu derdi ve uzun yaşamın sırrını ona bağlardı . .. Belkide haklıydı .
Bizim hastalanma sebebimiz genellikle soğuk algınlığıydı.Karın tadını çıkarırken vaktin nasıl geçtiğini bilmezdik . Eve geldiğimizde ayaklarımız su içinde sırılsıklam olurdu,ne yaparsak yapalım ( ayaklarımıza naylon sarar sonra kara çizmelerimizi giyerdik) gene sonuç aynı olurdu En zevkli tarafı,sobanın yanında ısınmış tuğlaları alıp ayağımıza üşüyen yerlerimize koyardık .Tuğlalar kışın her evde sobanın yanında ,her evin olmazsa olmazı, annelerimizin tedavi malzemesiydi...
Eğer şifayı kapıp ateşimiz çıktıysa,ayaklarımızın altına ısıtılan tuğlalar koyulur boğazımıza kadar yorgan örtülürdü. Ayağın sıcak tutulması öğretilmişti bize .Yorganın içinde sırılsıklam terler bir kaç kez üzerimiz değiştirilirdi.Sanırım buda atalarımızdan kalan sıcağın tedavi şekliydi . Oysaki şimdi biz havale geçirmemek adına tam tersini yapıyoruz ...
Midemiz bulanıyorsa nane limon,
öksürüyorsak turpun içine bal konur suyu içirilirdi.
Ihlamur, ayva kabuğu, kuşburnu çayları,kemik tavuk suları çorbaları gerçek şifa kaynaklarıydı.
Bağırsak kurduna karşı kabak çekirdeğini çiğ kabuğuyla tüketirdik.
Saç kırana karşı sarımsak
İsiliğe karşı gül suyu kullanırdık.
Büyükler kendilerini halsiz hissettiklerinde yada sağlıklı kalabilme adına, kupa çektirirler,hacamat yada sülük tedavisine başvururlardı.
Çok değil bundan yarım yüzyıl önce ,hastalıklar için şifayı kaptık derdik , şimdi ise hastalığı ya sınavımız olarak görüyoruz yada korkuyoruz . Hastalık kavramları değişti . Hemen ilaçlara sarılıyoruz.
Oysaki bizler ,
Nenelerimizin efsaneleşmiş , tüm dünyanın sahip çıktığı şifalarıyla şifalanmış nesilleriyiz …
Süreyya Özcanım
NENELERİMİZİN TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Eğer kırsal kesimde yaşıyorsan yaşanılan tüm hikayeler, az çok gördüğün yüzler gibi hep aynıdır…
28 Aralık 2021 - 10:19
Bu haber 753 defa okunmuştur.
YORUMLAR