Reklam

Mektup kültürümüzü hatırlamak için Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektupları içeren ‘’Sevgili Milena’’ okunmalı

Franz Kafka 11 Ekim 2020 Karmaşıklıklarla, zıtlıklarla ve çelişkilerle dolu bir yaşamı ve yazgıyı ararsanız eğer karşınızda Kafka’yı bulursunuz. Kafka, çoğumuzun yaptığı gibi yaşamayı; bir mücadele, bir kavga, bir savaş, ama önceden kaybedilmiş, teslim olunmuş ve yitirilmiş bir savaş olarak görür. FRANZ KAFKA

Mektup kültürümüzü hatırlamak için Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektupları içeren ‘’Sevgili Milena’’ okunmalı

Franz Kafka 11 Ekim 2020 Karmaşıklıklarla, zıtlıklarla ve çelişkilerle dolu bir yaşamı ve yazgıyı ararsanız eğer karşınızda Kafka’yı bulursunuz. Kafka, çoğumuzun yaptığı gibi yaşamayı; bir mücadele, bir kavga, bir savaş, ama önceden kaybedilmiş, teslim olunmuş ve yitirilmiş bir savaş olarak görür. FRANZ KAFKA

Mektup kültürümüzü hatırlamak için Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektupları içeren ‘’Sevgili Milena’’ okunmalı
12 Ekim 2020 - 01:00

Bu nedenle en yakın arkadaşı Max Brod, Kafka hakkında; ''üzgün bir kalple, neşeli bir zihne sahip olduğunu’’ söyler ki bu söz melankolinin hüküm sürdüğü bu coğrafyada sanki bizler için söylenmiş gibidir.

Gerçekte verem zayıf bünyesinin yakasına yapışır, memurluğu edebiyattaki gelişmesi engeller, beş evlenme girişimi başarısızlıkla sonuçlanır, yazılarının büyük bir bölümünü yarım bırakır ve en sonunda da en yakın arkadaşına yapıtlarını tümünü yakması isteği ile teslim eder…

Kafka (1883 – 1924) modern dünya edebiyatının özgün yazarlarından birisidir. Kafka'nın duygu dünyası günlük ve mektuplarında ifade bulur… ‘’Babaya Mektup'’ta (Brief an den Vater) Kafka'nın hiç anlaşamadığı ve sürekli baskısını gördüğü babasıyla olan ilişkisi anlatılır. Hayatta olduğu süre içerisinde yedi kitap yazar. Bunların dışında üç tamamlanmamış roman ve birçok mektup ve günlük bırakr gerisinde. Kafka, yakın arkadaşı Max Brod'dan öldüğünde tüm bu eserlerini yakmasını ister. Max Brod'un Kafka'nın bu isteğini yerine getirmemesi sayesinde bugün bu eserleri okuma şansına sahibiz.

Kafka eserlerinde suç, özgürlük, yabancılaşma, sorumluluk ve otoriteye bireysel karşı koyma gibi temaları işler… Romanlarında, kapitalist kurumların (modern devlet, modern tüketim vb.) bireyi hoyratça yabancılaştırmasını umutsuzca haykırır, ezilen, insanlık değerlerinden soyutlanan kişileri gözler önüne serer hem de acı ve karamsarlık içinde üstelik hiç bir çıkış yolunu sorgulamadan...

Bir yazısında buna şöyle bir örnek verir: ''Herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay. Herkes sürüye katıldığından ötürü güven içerisinde, kentlerin yollarında geçip işe, yemeklerin başına ve eğlenceye gidiyor. Tıpkı büroda olduğu gibi, sınırları iyice çizilmiş bir yaşam. Böylesi bir yaşamda mucizeler değil, yalnızca kullanma talimatları, dolduracak başvuru formları ve kurallar var. Özgürlükten ve sorumluluktan korkuluyor. O nedenle insanlar, kendi yaptıkları parmaklıkların ardında boğulmayı yeğliyor.''

Yazılarını hep Almanca yazar… Kafka, kendisini bir mektubunda, ana dili Almanca olan biri olarak tanımlar… (Almanca benim anadilim, fakat Çekçe kalbimde yatıyor.)

En çok bilinen iki eseri vardır Kafka’nın: Birincisi ‘’Dava’’ (Der Prozess), diğeri ise ‘’Değişim’’ (Die Verwandlung)’dur. ‘’Dava’’nın kahramanı Joseph K., tutuklanma ve ölüm cezasına çarptırılma nedenini hiçbir zaman öğrenemeyecektir. ‘’Değişim’’de seyyar satıcı Gregor Samsa bir sabah yatakta uyanır, irice bir böceğe dönüştüğünü görür… Sırtüstü yatmaktadır… İlk sorunuyla karşılaşır; yüzüstü dönmeye çalışır, beceremez… Gregor Samsa’nın hamam böceğine dönüşmesi, ailesinin şaşkınlığına değil, öfkesine yol açar… Gerek ‘’Dava’’da ve gerekse de ‘’Değişim’’de günümüzde ülkemizdeki kimi davalara (Balyoz, Ergenekon vb.) ve bazı dönüşümlere (İleri Demokrasi, çağdaşlaşma, gelişme, vb.) dönük çok çağrışımlar vardır…

Kafka’nın kadınlara ait ilk duygusu iki kez nişanlanıp bir türlü evlenemediği Felice Bauer’e yazdığı mektuplarda yer alır… (Sevgili Felice’ye Mektuplar, Gün Yayıncılık, İstanbul, 2004)  Felice Bauer, Kafka’nın 13 Ağustos 1912’de Max Brod’un evinde tanıştığı, Berlin’li bir memurdur. Kafka, Felice Bauer'i ilk gördüğünde edindiği izlenimleri şu şekilde yazar: "O kadının kim olduğunu fazla merak etmiyordum, onu hemen olduğu gibi kabul etmiştim. Kemikli ve anlamsız yüzü, anlamsızlığını hemen ortaya koyuyordu. Boynu çıplaktı. Bir bluzu öylesine giyivermişti. Çok evcimen görünüyordu... Ona ilk kez dikkatli olarak otururken baktım, oturduğumda ise sarsılmaz bir fikre sahip olmuştum." İki kez nişanlandığı Felice Bauer, Kafka'ya ‘’Dava’’ adlı romanını yazmasında ilham kaynağı olur… Kafka aşk ateşiyle yanarken edebi kimliğinin en üst noktasına ulaşır ve bu gücü kaybedeceğinden korktuğu için de çoğu zaman ilişkisini bir evliliğe götürmemek için çeşitli bahaneler ortaya koyar…

Sevgili Milena 

1920 yılında ise Kafka, Milena Jesenka ile mektuplaşmaya başlar. Kafka’nın, Milena’ya yazdığı mektupları içeren ‘‘Sevgili Milena’’ (Say Yayınları, 2016) isimli kitabı ise pek bilinmez… Kafka’yı tanımak için ‘’Sevgili Milena’’ okunmaya değer diye düşünüyorum… Kafka, yapıtlarını Çekçeye çevirirken tanıştığı Milena’ya, istirahate çekildiği Meran’dan mektuplar yazar. Dostça başlayan mektuplaşmalar bir süre sonra tutkulu bir aşka dönüşür.

Yalnızca mektuplarda kalan gizli bir aşktır bu… Ancak Milena evli, kendisi de nişanlıdır. Bu sebepledir ki Milena’ya yazdığı mektuplar, aşkın soyluluğunu ve soysuzluğunu yansıtır. Kafka’nın Milena’ya olan aşkı, aşkın; dehâ dâhil hiç bir olgunun durduramadığı, en irrasyonel, en zehirli tutsaklık olduğunun kanıtıdır. Lois Aragon'un "aşk insana güç veren tek özgürlük yitimidir" sözünün romantik ve beyhude bir temenni oluşunu Kafka'nın Milena'ya mektuplarında görürüz… Bu nedenle Kafka bir mektubunda Milena’ya şunları yazar: ‘’Ah Milena! Denize düşmüşüz sanki elimizde olmadan oradan oraya sürükleniyoruz. Boğulmuyorsak, bu da kötülük olsun diyedir.’’ Bu aşk, Attila İlhan’ın ‘’Ben sana mecburum’’ isimli şiirindeki şu dizeyi anımsatır; ‘‘Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur.’’ Bu mektuplar büyük bir yazarın iç hesaplaşmalarını ve duyarlılığını sergiler… Bu mektupların birinde Kafka şu ifadeleri kullanır; ‘‘İçimizin korkunç sarsıntılarını kor ortaya mektup yazmak.’’ ‘‘Mektup yazmak, hortlakların önünde soyunmak, kendini ele vermek demektir.’’

Bir mektubunda evlilik ile ilgili olarak şunları yazar Kafka Milena’ya; ‘‘Bütün evliliklerin ’yalnızlıktan’ kurtulmak için yapıldığına inanmıyorum. Daha kutsal nedenleri vardır; yanılmıyorsam o ’melek’ de benim gibi düşünüyor. Evlenmenin nedeni yalnızlıktan kurtulmaksa, ne elde edilir? Yalnızlığı yalnızlıkla birleştirmekle bir yuva kurulmaz. Birinin yalnızlığı ötekine yansır, karanlık gecelerde bile.’’

Burada Kafka, insanların genellikle düştükleri yanılgıyı vurgular; ‘‘Mutlu olmak için evlenilmez; ancak ve ancak mutluluğu paylaşmak için evlenilir.’’ Siz mutlu değilseniz neyi paylaşacaksınız ki? Özdemir Asaf’ın da söylediği gibi ‘’yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsaydı zaten yalnızlık olmazdı…’’ Çünkü yalnızlık ruhsal, sosyolojik ve toplumsal bir durumdur. Çünkü insanın bireysel özü, kendi içinde değil, dışıyla kurduğu nesnel ilişkilerde gizlidir.

Kafka, Milena’ya yazdığı mektupları hep ‘’Senin Franz’’ diye bitirir. Milena ile birkaç kez buluşurlar. Bir buluşma öncesi Milena’ya şöyle yazar Kafka: "Aylar sonra ilk defa gözlerim bir işe yarayacak, seni görerek."

Farklı farklı mektuplarında Milena’ya şunları yazar kafka:

‘’Yorgunum, hiçbir şey bilmiyorum; tek istediğim, yüzümü kucağına koymak, başımın üzerinde dolaşan elini hissetmek ve sonsuza dek öyle kalmak."

‘’Bugün bir Viyana haritası gördüm. Senin sadece bir odaya ihtiyacın olduğu halde böylesine büyük bir şehrin inşa edilmiş olmasını bir anlığına aklım almadı.’’

‘’Hiçbir masalda herhangi bir kadın için, benim kendi içimde senin için verdiğim mücadeleden daha büyük bir mücadele verilmiş olduğuna inanmıyorum.’’

''Bak Milena, ‘en çok seni seviyorum’ diyorum; ama gerçek sevgi bu değil, ‘sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla’ dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.”

"Yanımda yürümüştün Milena, düşünsene yanımda yürüyordun..."

"Dünyada benim ihtiyaç duyduğum kadar sabır var mı Milena?"

"Hayatın iki saati, iki sayfa yazıdan iyidir demeyin; yazı daha yoksul ama daha açıktır."

'Kalbim bir olta iğnesinin ucunda asılıymış gibi oluyor, küçük, incecik bir iğnenin ucunda. Ve bu yüzden çok ince korkunç keskin bir acıyla yırtılıyor sürekli.'’

"Ve senin yanında öylesine huzurlu, öylesine huzursuz, öylesine baskı altında ve öylesine özgürüm ki böyle olması çok doğal. Bu yüzden bunu fark ettikten sonra hayatın geri kalanından vazgeçtim." 

"Kanımca, yalnızca insanı ısıran ve iğneleyen kitaplar okunmalı okunacaksa. Eğer okuduğumuz kitap, kafamıza vuracağı bir yumrukla bizi sarsmazsa, neden oturup okuyalım o kitabı? Senin yazdığın gibi, bizi mutlu etmesi için mi? Aman tanrım, yok daha neler; kitaplarımız olmasaydı da mutlu olabilirdik pekâlâ ve çok sıkıştık mı, bizi mutlu edecek kitapları oturup kendimiz de yazabilirdik. Oysa bizim gereksindiğimiz kitaplar, bizi acılara boğan bir mutsuzluk gibi, kendi canımızdan da çok sevdiğimiz birinin ölümü gibi, tüm insanlardan uzak ormanlara sürgüne gider gibi, bir intihar gibi bizi etkileyen kitaplardır; kitap dediğin, bir balta olmalıdır, içimizdeki donmuş denizi kırmaya yarayan." 

"Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin…"

"Benim için dünya binlerce ‘belki’ ile dolu... Dürüst bir insanım Milena. Esaretin izin verdiği kadar dürüst. Bir şeklimle herkese benzemeyen farklı bir yön var bende. Huzur içinde bir dakika bile çok görülmüştür bana. Her şeyi savaşarak kazanmak mecburiyetindeyim. Sadece geleceğimi değil geçmişimi de kendim yaratmak zorundayım. Dünya sağa dönüyorsa bu ritme uymak için benim sola dönmem gerekiyor. Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben?"

Kafka ve Halil Cibran

Kafka ciğerlerinden rahatsızdır. Bir mektubunda da bu rahatsızlıkla ilgili olarak Milena’ya şunları yazar; ‘’Ruh ve yürek, yükü taşıyamaz olunca hiç değilse eşit bölünmesi için ağırlığın yarısını ciğer üstlenir.’’ Zayıf bir bünyesi vardır Kafka’nın. Kafka’nın mektubundaki bu ifadesi yine bünyesi zayıf olan Lübnanlı yazar Halil Cibran’ın yine âşık olduğu Mey Ziyâde isimli bir kadına yazdığı mektubundaki şu ifadesini anımsatır; ‘‘Zayıf bir bedenin içinde güçlü bir ruhun bulunmasından daha zor bir şey yoktur.’’

Her ne kadar Kafka lise yıllarından itibaren yoğun bir şekilde Friedrich Nietzsche ile ilgilenmiş, özellikle de Nietzsche’nin “Also sprach Zarathustra” (Böyle Buyurdu Zerdüşt) eseri Kafka’yı büyülemiş ve Kafka kendine yaşam paraleli olarak filozof Kierkegaard’ı görmüş ve onun için; “O beni bir arkadaş gibi doğruluyor“ demişse de aslında Lübnanlı yazar ve şair Halil Cibran’la hayatı büyük bir benzerlik içindedir.

Halil Cibran’ın Mey Ziyâde’ye yazdığı mektuplarında Kafka’nı Milena’ya yazdığı mektuplardaki ifadeler ile benzerlikler vardır; ‘’Bazen uzakta olan bir dost, yakında elinizin altında olan bir arkadaştan daha iyidir.’’ ‘’Yetenekli bir kadın her zaman bin erkekten daha iyidir.’’ ‘’Bu dünyada ruhunuzun dilinden anlayabilen çok insan var mı?’’ "Bizi anlayanlar, bizim içimizdeki bir şeylere de hükmederler."

Milena’ya yazdığı bir mektubundaki şu ifade var ki Kafka’nın, sanki kendilerine yazılan mektuplara, iletilere, yazılara, selamlara uzun süredir cevap vermeyen herkese yazılmış gibidir; ‘‘Size Prag’dan, sonra da Meran’dan yazmıştım. Karşılık vermediniz. Gönderdiğim o pusulacıklara karşılık beklemem yersiz, biliyorum. Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız; bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız, böyle ise sevinmem gerekir. Bir şeyden kuşkulanıyorum yalnız – onun için yazıyorum bugün – sakın kırmış olmayayım sizi? İki şey bekliyorum sizden: Ya sürecek sessizliğiniz, bu demektir ki: ‘Üzülme, iyiyim’, ya da yazacaksınız bana.’’

Yazdığınız mektuplara, iletilere, yazılara, selamlara cevap verilmiyorsa, karşı tarafın sessizliği sürüyorsa, merak etmeyiniz Kafka’nın deyimi ile karşı taraf size şu mesajı vermektedir; ‘‘bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız, üzülmeyin iyiyim’’.

Mektup kültürümüzü hatırlamak için Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektupları içeren ‘’Sevgili Milena’’ (Say Yayınları, İstanbul, 2000) ve Halil Cibran’ın 20. yüzyılın Arap edebiyat dünyasının önde gelen kadın yazarlarından Lübnan’lı Mey Ziyâde’ye yazdığı mektupları içeren ‘’Aşk Mektupları’’ (Anahtar Kitaplar, İstanbul, 2009) okunmalı diye düşünüyorum…

Sözcükler insanoğluna düşüncelerini gizlesinler diye verilmedi

18 Haziran 2010 tarihinde vefat eden Portekizli yazar José Saramago’nun bir röportajında söylediği şu sözlerini buraya aktarmak istiyorum; ‘‘Bazıları yaşamları boyunca okurlar, ama hiçbir zaman sayfadaki sözcükleri okumaktan öte gitmezler; sözcüklerin hızlı akan bir ırmağın üstündeki atlama taşları olduğunu, karşı kıyıya erişebilmemiz için oraya yerleştirildiklerini ve önemli olanın karşı kıyı olduğunu anlamazlar. Sözcükleri birbirimizi anlamak, hatta bazen birbirimizi bulmak için kullanırız. Sözcükler insanoğluna düşüncelerini gizlesinler diye verilmedi.’’

Birbirimizi anlamanın, birbirimizi bulmanın en iyi yolu ise birbirimize yazmaktır. Öyleyse; birbirimizi anlayamamamızın nedeni de birbirimize yazmamak değil midir? Yoksa Kafka’nın yazdığı gibi içimizin korkunç sarsıntılarını mı ortaya koyuyor mektup yazmak? Mektup yazmak, hortlakların önünde soyunmak, kendini ele vermek mi demek? Bu nedenle mi cevapsız bırakılıyor, mektuplar, iletiler, yazılar?

Hâlbuki José Saramago’nun söylediği gibi sözcükler birbirimizi anlamanın, birbirimizi bulmanın en iyi yoludur… Yine José Saramago’nun söylediği gibi; ‘’sözcükler insanoğluna düşüncelerini gizlesinler diye verilmedi…’’

Kafka’yı en iyi anlatan eser Gustav Janouch'la yaptığı söyleşileridir. (Kafka ile Konuşmalar, İz Yayıncılık, 2001) Bu söyleşide bizlerin hiç dikkat etmediği bir konuya değinir: "Gözleri etüd ederim hep, bana kelimelerden daha çok şey söylerler. Bütün dostlarımın harikulade gözleri vardır. İçinde yaşadığım karanlık kafesi aydınlatan tek şey, onların gözlerindeki parıltıdır."

Yine Janouch ile yaptığı bir söyleşide; "devrim buhar olup dağılır, geriye yalnızca yeni bir bürokrasinin çamuru kalır" der.

Kafka’nın kitaplarındaki diğer sözleri:

"Bu dünya öyle bir şeydir ki, ondan el çekilerek değil, sonuna dek yaşanarak yok edilebilir...''

"Kendimden başka hiçbir eksiğim yok." 

"İnsanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: Sabırsızlık ve tembellik. Sabırsız oldukları için Cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. "

"Dünya ve kendi Ben’im uzlaşmaz bir karşıtlık içinde bedenimi didik didik ediyor." 

"İç dünya sadece yaşanabilir, tanımlanamaz." 

"En kötüsü de sahip olamadığın şeylere ait olmak.’’

‘’Dünya ile arandaki savaşta, dünyanın yanında ol.’’ 

"Bence istediğin zaman yalnız kalabilmek mutluluğun en önemli nedenlerinden biridir."

"Olabildiğince yalnız kalmalıyım. Başardığım ne varsa ancak yalnızlığım karşılığıdır."

"Birden, uzak yüzyıllarda kara ya da beyaz derili bir sürü çarpık insanın ölüme götürülürken duyduğu acıyı içimde hissettim."

‘’Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamaktır mutluluk.’’

''Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.''

"Ev halkını koruyan bir Tanrı düşüncesinden daha güzel ne olabilir."

''Tanrı, insanda kötü bir gün geçirmiş olmalı.''

"Gözle görülür bütün dünya, bir anlık huzur arayan insanın güdülenmesinden başka bir şey değildir." 

“Yazdığım söylediklerimden farklı, söylediklerim düşündüklerimden farklı, düşündüklerim ise düşünmem gerektiği gibi değil ve bunların da hepsinin sonu karanlığa gidiyor.”

‘’Bilgeliğin başladığına ilk işaret, ölmek isteğidir. Bu yaşam dayanılmaz görünür, bir başkası ise erişilmez. İnsan ölmek istediği için utanmaz artık; nefret ettiği eski hücresinden alınıp ilk işi nefret etmeyi öğrenmek olacağı yeni hücresine konulmak için yalvarıp yakarır. Bunda belirli bir inancın kalıntısı da etkilidir; taşınma sırasında efendi koridorda görünecek, tutukluya şöyle bir bakacak ve diyecektir ki: "Bu adamın yeniden hücreye kapatılmasına gerek yok. O bana geliyor artık." 

"Zenginlik dediğiniz nedir ki? Bazıları için eski bir gömlek bile bir servettir. Bazılarının da milyonlarca parası vardır, öyleyken yoksul bilirler kendilerini. Zenginlik düpedüz göreceli bir şeydir, doyum sağlamaz insana. Doğrusu yalnızca özel bir durumdur. İnsanı sahip olduğu nesnelere bağımlı kılar ve boyuna yeni kazançlarla, yeni bağımlılıklarla bunların elden çıkıp gitmelerini önlemek zorunda bırakır. Zenginlik, maddeye dönüşmüş bir güvensizlik sadece."

"Sessizlik, güçlülüğün dile gelmesidir. Karşıtlıklar yasasıdır bu. Onun için sakin olun. Sakinlik, sessizlik kişiyi özgür kılar, darağacında bile."

"Doğru yol yerden bir karış yüksekte bulunan gergin bir ip gibidir. Ancak bu ip üzerinde yürümek için değil takılıp düştüğünde kendini hatırlatmak içindir."

Kafka’nın Prag’daki evi müze haline getirilmiştir. Bu mütevazı müze Prag’a gittiğinizde sizleri ziyarete bekler. (Zlata Ulicka) Ayrıca Prag’da 2003 yılında yapılmış bir heykeli de bulunmaktadır. Heykelin ayakları dibindeki farklı renkten taşlardan yapılmış bir böcek bulunmaktadır. Ne de olsa Batı’da, Batı’yı Batı yaptıkları için sanata, sanatçıya, edebiyata ve edebiyatçıya vefa borcu vardır.

Kafka’yı anlamak için ‘’Dava’’ ve ‘’Değişim’’ neyse de illa ki ‘’Sevgili Milena’’ okunmalı diye düşünüyorum…

Osman AYDOĞAN
https://t.co/cAGQr4wRRL

Bu haber 2395 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum