Şahit olduğumuz bir örnekle anlatayım. Yukarı Kavrun Yaylası'na sabah saatlerinde iki minibüs geldi. Grup, iner inmez sigara yakıp yayla sokaklarına doğru ilerledi. Pek gezecek, görecek bir şey bulamadıklarından olsa gerek beş dakika sonra dere kenarında toplandılar. Bu arada yerli Hemşin kıyafetli yaşlı kadınlarla bir hatıra resmi çekilmeyi unutmadılar tabi. Sonrasında minibüse binip yayladan ayrıldılar. Yaylayı kolye gibi saran derelere, taç gibi çevreleyen dağlara bakmadılar bile. Göle inmek ya da zirvelerden bu doğal güzelliği izlemek yoktu programlarında.
“Turcular” batının büyük şehirlerinden gelen guruplara, kısa bir zamanda çok şey gösterme azmi ile bir haftalık “minibüs yolculuğu” satıyor anlaşılan. Yaylalar müze olmadığı gibi birbirinden pek farkı olmayan, ama baş döndürücü tabiat güzelliği sunan yerler. Ayaküstü görmek yetmez; kalmak, gezmek gerekir. 2.600 metre yükseklikte, günbatımını izleyeceğiniz çok az yer vardır dünyada. Kaçkar yaylalarından bu muhteşem renk sefasını doya doya izleyebilirsiniz.
Samistay Yaylası'nda Yeşil Yol'a tepki gösteren yöre halkı.
Göç, yayla kültürünü bitiriyor
Bu güzellikleri geride bırakmak zorunda kalan yöre halkı da başka bir gerçeğe işaret ediyor. Özellikle gençler artık Erzurum, İstanbul, İzmir, Bursa gibi şehirlere gidiyor. Mutlu olduklarını sanmıyorum. En fazla 2 bin lira kazançla TOKİ'nin yaz-kış elektrikle soğutulup ısıtılan beton silolarında yaşıyorlar. Çamlıhemşin'in güzelim evleri boş, harabe.
Bu göç, yayla kültürünü tehdit ediyor. Özellikle yaylacılığın bel kemiği olan hayvancılığın bitmesine sebep oluyor. Halbuki bölgede önemli ve ekonomik altyapısı olan bir sektör. İyi organize edilmiş bir üretim kapasitesiyle yılın 9 ayı yeme para bile vermeden hayvan yetiştirilebilir.
Hal böyle olunca ekonomik sorunlar yaşanıyor. Gençler şehirlerde kazandığı paranın üç mislini yaylalarda kazanabileceğini görse, belki süreç tersine dönebilir. Eğitim, modern hayvancılık en önemli konulardan. Ancak devlet bu konulara eğilmiyor. Biz oradayken beş ineğe sahip ailenin bir ineğine ayılar saldırmıştı. Kooperatif veya devlet, Milli Park'ta koruduğu ayıların verdiği bu zararı karşılamıyor. Ortak bir fon veya devlet bütçesi için bir inek fiyatı gülünç bir rakam olsa da bu kayıp, aile için büyük bir yıkım! Ne yazık ki, bölge halkının yaşadığı, üstelik çözümü de zor olmayan, bu sorunlarla ilgilenilmezse hem hayvancılık hem de turizm bitebilir bölgede.
Asıl mesele sadece ilgisizlik, vurdumduymazlık, bilgisizlik, halka danışmanın zaaf olduğunu düşünen bürokrasi ve devlet yapısı değil. Devlet, kaş yapayım derken, göz çıkaran tavır içerisinde olduğu için, Kaçkarlar büyük tehdit altında. “Yeşil Yol” projesi de bütün bunları gösteriyor bize…
Gençler artık şehirlere yerleşiyor. Göç, yayla kültürünü tehdit ediyor.
Milli Park Kanunu devlet kurumları tarafından ihlal ediliyor!Ayder'den birkaç kilometre önce kontrol noktasına geliyoruz. “Milli Park'a giriş ücreti” kesiliyor. Bu ücreti niçin aldıklarını merak ettim doğrusu. On gün boyunca Milli Park olarak sınırları çizilmiş bölgede yürüdük. Kaçkar zirvesinin güneyinden doğu yakasından Artvin vilayetine, oradan batı yakasına Erzurum yaylalarına doğru yürüdük. Ancak Milli Park'ta nelere dikkat etmemiz gerektiğini, hayvan veya bitki örtüsünü anlatan bir “Milli Park görevlisi” ya da bilgi panosuyla karşılaşmadık.
Dahası, yirmi yıl önce yürüdüğümüz yaylalar arası yollar kaybolmuş. Dağcı grupların kullandığı, yük taşıyan katırların geçtiği yollar var sadece. Çamlıhemşin'den yaylalara çıkan yollar da kullanılmadığı ve bakımı yapılmadığı için ormanlaşmış, geçilmez durumda. Dağ turizmi için olmazsa olmaz bu yolların onarılması belli ki kimsenin gündeminde değil.
Avrupa ve Amerika'daki Milli Parklar'da insanlara açılan yol ve alanlar vardır. Parkın tabii dokusunu, hayvan yaşamını bozmamak için yollar ve alanlar sadece haritalar üzerinde değil, altyapıyla beraber düşünülmüştür. Ayrıca çizilen renkli işaretler ve yazılar sadece yolları şaşırmamak için değil, yürüyüş rotasını terk etmeme amacıyla da konulmuştur. Kaçkar “Milli Park'ında” bundan eser yok. Buranın sınırlarını belirleyip, “Milli Park” ismini hak edebilecek bir uygulama yapılması gerek. Oysa, Milli Park Kanunu devlet kurumları tarafından hiçe sayılıyor. “Milli Park'ın” göbeğinde derelerde arabalarını yıkayan, araba yağlarının derelere karıştığı sularda yüzen çocukları görüyorsunuz. Devlet, sadece para kesmekle meşgul.
Geçen yıl benzer bir güzelliğe sahip İsviçre Milli Parkı'nda yürümüştük. Bölge ve Alpler'e özgü bitki ve hayvan dokusunu korumak için kurulan, birkaç vadiyi kapsayan parkın tüm girişlerinde ayrıntılı bilgi panoları bulunduğu gibi, kasım-mayıs ayları arasında park bölgesine insanların girmesi yasak. Kış uykusunda olan, ağır kış şartlarında yaşamlarını sürdüren hayvanları korumak için getirilen bu uygulama sayesinde yüz yıl önce bölgeden kaybolan hayvan çeşitleri dönmüş vadilere.
Kaçkar Milli Parkı'nda temmuz ayında gezdiğimiz on gün içinde avcılara rastladık. Sadece Milli Park'ta değil, tüm ülkede avlanmanın yasak olduğu, hayvanların en hassas üreme döneminde yapılıyor avcılık. Yaban keçileri dağların en sarp bölgelerine çekilmiş, tek kurtuluş umutları ulaşılmaz yakalar! Avcı kurşunlarından bu şekilde kaçıyorlar.
Ayder Yaylası yakınlarındaki doğa harikası şelale.
YORUMLAR