Önce hayal sandım. Gözlerime inanamadım. İçimde ta hücrelerimde hissettiğim taka sevgim bana hayal gördürüyor sandım. Ama işte hala orada…
Altı kayıkhane olan zamanın tüm cilvelerine, Karadeniz'in her huyuna tanıklık etmiş, yıkılmak üzere olan bir viranenin altında… Dipdiri, hem de burnu denize dönük sabah denize kavuşacakmış gibi vuslata hazır duruyor.
Deniz ile arasına yeni yapılan sahil yolu girse de yattığı yerden kıyıyı tam göremese de yönü Karadenizli deyişiyle “illaki denize dönük”.
Yok olan bir kültürün belki de son örneği… Dipdiri, dipçik gibi sapasağlam ayakta. Aklıma bir beyit gelmişti.
"Harabat ehlini hor görme zakir, defineye malik viraneler var."
Nisan 2004 ayında Karadeniz kıyılarına takalar ve eski tekneler araştırması için gitmiştim. Sürmene'de bir amca ile sohbet ederken taka sevdamı anlatmaya başladım. “Evlat, ilerideki caminin yanında bir evin altında sağlam bir taka olacaktı, git bul işine yarar.”
Ben o heyecanla Çamburnu'ndaki tersanelerin yanındaki sahil camiini tarif ediyor zannederek çamburnu'na gittim. Sordum, soruşturdum, yok. Kumsalda saç balıkçı teknelerin imal edildiği kıyının önünde kıyıyı dalgalardan koruyan bir mendirek vardı.
İçeride de yorgun bir şehirhatları vapuru olan ÇENGELKÖY .
Harap durumdaydı. Yanında mendirekte kendine yer açıp onu iskele baş üstünden bordolayan, taşındırmakta olan olan bir koster vardı. Vapura çıkmak için kosterin iskele baş üstünü kullandım.
Tüm ince detayları sökülmüştü. Ana güvertede kemerelerde yürüyordum. Aşağı baktığımda tüm teknenin karinası görünüyordu. Tüm ahşap malzeme sökülmüştü.
Her yanını gezdim, fotoğraflarını çektim. Vapurun söküleceğinden haberi var mıydı? Bilmem ama, sökümcülerini saymazsak son yolcusu bendim herhalde…
Günlerden Pazar olduğu için tersanede kimseler yoktu.
Bende Çengelköy vapurunun hüzünlü havasından uzaklaşarak ileride gördüğüm bir çayhaneye yöneldim.
Çayhane dediysem zemin katı ağaç tekne imalat ve tamircisi, üzeri tersane girişine seviyeli küçük bir çayhane. Orada çok iyi karşılandım.
Zaman zaman Çırnığıyla balığa çıkan Dursun reis çayhanenin balkon bölümündeki sundurmayı tutan ağaca irice bir çivi çakmış, o çiviye ağlarını asmış, tamirle meşgul. Başladık sohbete. Yanımda Fethiye'deki Piyade sandallarının fotoğrafları vardı. Bu sıcak sohbeti unutamam. Sohbet doğal olarak Taka'lara geldi dayandı.
Dursun Reis ”ileride bir evin altında sağlam taka var onu gidip gördün mü? Onu beğenirsin, sağlam. Hem de fotoğrafını çekersin.” dedi. İşte bulmuştum. Nasıl sevindiğimi tahmin edebilirsiniz. Vakit epey ilerlediğinden Trabzon'daki kaldığım otele dönmek istedim. Ama gözüm sahile bakan evlerde.
Birden onu gördüm. Akşam üstü kızıllığı baş kısmına vuruyordu. Kayıkhanenin içine doğru uzanan loşluk içinde kamarasını, kırma direğini, hatta kamaradaki lumboz deliklerini görebildim. Artık elimdeydi, kaçacak yeri kalmamıştı.
Ertesi gün sabah makinama film alıp Sürmene-Balıklı'ya gittim. Kayıkhaneli evin önünde minibüsten indim. Evin önündeki kumsal kısımda ve yan evin bahçesinde birkaç hanım bahçe ile uğraşmaktaydı. Onlardan izin istedim, çok iyi karşılayıp izin almama gerek olmadığını söylediler.
Artık taka ile baş başaydım. Fotoğraflarını çektim, her yönüyle inceledim, üzerine çıktım. Kaplamaları, güvertesi, kamarası ufak tefek deformasyonların dışında sapasağlamdı. Üzerindeki kullanılmayan evin çatısından damlayan yağmur suyu sebebiyle ambarın sağ tarafındaki kaplama bir yerinden biraz deforme olmuş. Baş ambar ile orta ambar arasında tahta perde olmasına rağmen motor ile ambar arasında ayırıcı perde olmaması dikkatimi çekti. Ya ben burada perde var biliyordum ya da taka kurşunculukta kullanıldığından ambar ile motor arası ayrılmaya gerek görülmemişti veya takalar böyle mi oluyordu? Bu düşüncelerle yakındaki camiinin yanındaki bakkal dükkanına taka ve sahipleri hakkında bilgi alabilmek için yöneldim.
Şansım yaver gidiyordu. Takanın sahibi emekli denizci Celal ŞOLT bey de oradaydı. Tahmin ettiğiniz gibi sohbet koyu bir şekilde başladı.
Bu tekne Ahmet KARABACAK'a aitmiş. 1966 yılında vefat etmiş. Tekne 60 yaşında imiş. Bu tekne ile kurşunluğa gidilirmiş.
O zamanlar buraların tek takası imiş. 6-8 sandal çekermiş. Çektiği sandallar ile hamsi kovalayan yunusları çevirirler, sonra tek tek vurmaya başlarlarmış.
“Su kan gölüne dönerdi. Yunus vurmak zor iş. Suya dalınca vuramazsın. Tam keserini (sırt yüzgecine verdikleri ad) sudan çıkarınca tekrar dalmadan vuracaksın. Vurunca iş bitmiyor, gidip kancayla alacaksın, yoksa biraz sonra batar. Kıyıya getirilen yunuslar temizlenirdi. Bunlarda yazın bir parmak, kışın iki parmak yağ olur. Deri altındaki yağı doğrarlar, büyük kazanlara atarlardı. Biz o zamanlar çocukluk devrimizdeyiz.
Kazanlar kaynıyor iken bulduğumuz uzun bir dalın ucuna mısırı ismeği ile takar kazanın en derinine, en kızgın yerine yaklaştırırdık. Biraz sonra bütün mısırlar patlardı. Yağlı yağlı bize çok lezzetli gelirdi. Yağ henüz kaynamışken kokmazdı. Ama 1-2 gün durunca bir ağır kokardı ki sorma gitsin. Bizi çocuklar okulda istemezdi, kurşuncu çocukları kokar diye hep dışlanırdık. Öğretmenlerimiz bizi üzerimizi değiştirmeye ve temizlemeye eve yolladığında, annelerimiz portakal ağacının yapraklarını üzerimize sert sert sürerlerdi. Yaprakların kokusu biraz olsun yağ kokusunu bastırırdı. Ahmet ağabeyimiz ölünce bu kayığı buraya yengem çekmiş, sağlam kaldı. Eğer dışarıda kalsaydı, çürürdü. Ama şimdi üzerindeki ev çok virane neredeyse üzerine yıkılacak.”
Sohbetimizin bir bölümüne emekli öğretmen Seçkin bey de katıldı. Onunla da takaların özelliklerinden, ağaç cinslerinden konuştuk.
“Sürmene yapısı takalar çok tutulurdu. Hem formu, hem de ağaç yapısı bakımından tercih edilirlerdi. Burada ağaç tekne yapanlar hala kestane kullanırlar. Bizim buraların kestanesi çok serttir, dayanıklıdır. Akan suda beklettin mi acı suyu da çıkar. Batıya doğru gidildikçe ağaç da zayıflar. Dolayısıyla tekeneler de evler de zayıflar. Buralarda 200 yıllık işlenmiş ağaç yeni gibidir.
15 yaşlarındayım. Bir gün dayımın tüfeğini, eniştemin sandalını habersiz aldık. Çocukluk işte ille yunus vuracağız. Sandalla çıktık yola, bir yunus gördük, ben kürekteyim, neredeyse sürmeneyi geçeceğiz. Arkadaş atıyor atıyor vuramıyor, nasıl olduysa isabet ettirdi. Aldık yunusu sandala. Denizde bir çığlık bir feryat… Meğerse yavrusu varmış! Anasını arayıp duruyor. Sandalın çevresindeki deniz kanla dolu…
Yavru yunus bata çıka çığlık benzeri sesle anasını arıyor. Sandaldaki yunus da daha canlı ama debelenmiyor. Teslim olmuş, yaralı. Bana gözlerini bir dikti, öyle bir bakıyor ki: Sanki değer miydi? diyor. Sanki yavrumun sesini duyuyormusun o şimdi ne olacak diyor. Ben büyük bir suçluluk duygusu içindeyim. Ana yunus bana bakıyor, hem de inanın ağlıyor, ben de ona bakıyorum. Kendime geldim, arkadaşıma seslendim. Kes şunu diye. O da topladı kendini, vurdu bıçağı ensesine. Ben rahatladım, yunusun gözlerinden kurtuldum. Bir daha kurşunculuğa çıkmadım, yapamadım. Şimdi emekli oldum. Çırnığım ile arada balığa çıkıyorum ama o yavru sanki hala orada gibi geliyor bana”
Seçkin bey anlatırken o anı tekrar gözleri buğulanarak yaşamıştı. Taka sevgimiz daha yeni tanışmış bizleri yılların dostluğuna getirivermişti.
Sagdaki fotograf: Devletin o yıllarda kurşunculara dağıttığı mermi sandıklarından birisi.
İzmir'e döndüğümde filmi banyoya verdiğimde beni kötü bir sürpriz bekliyordu. Çektiğim hiçbir fotoğraf çıkmamıştı. Makine filmi sürmemiş dediler. O an ilk aklıma gelen anne yunus oldu. O gözü yaşlı yunusun ahı mı tuttu diye kendimi düşünmekten alamadım.
Ama olsun taka oradaydı. Yeniden gitmeye karar verdim. Bu sefer işimi şansa bırakmamak için dijital fotoğraf makinası alıp gittim. Kayıkhanenin önüne dikilen mısırlar büyümeden fotoğrafları çekebildim.
Ayrıca takamızın korumaya alınıp sergilenmesi konusunda Sürmene Belediye Başkanı Sayın Cemalettin Bey ile de görüşmemiz oldu. Konu ile çok yakından ilgilenip koruma altına alınması için gerekli çalışmaları başlatacağını söyledi. Sürmene kültürü ile takalarla ilgilenmemize çok memnun olduklarını beyan ettiler.
Gürcan GÜLDÜLER
Isa Kartal : Sürmene Takası
"Karadeniz; yorgun dalgaların köpüklü kıyılarında gezinirken bir hazine buldum." -
09 Mayıs 2020 - 02:25
Bu haber 1717 defa okunmuştur.
YORUMLAR