Reklam

Hafız Aziz Nesin'in, 1948 yılında, dört aylık sürgüne gittiği Bursa anılarından

Hafız Aziz Nesin'in, 1948 yılında, dört aylık sürgüne gittiği Bursa anılarından:

Hafız Aziz Nesin'in, 1948 yılında, dört aylık sürgüne gittiği Bursa anılarından

Hafız Aziz Nesin'in, 1948 yılında, dört aylık sürgüne gittiği Bursa anılarından:

Hafız Aziz Nesin'in, 1948 yılında, dört aylık sürgüne gittiği Bursa anılarından
25 Nisan 2020 - 21:18



..Bursa'da tanıştığım bir kitapçıya gittim. "İngilizce ders verilir" diye bir kâğıda yazsam da sizin dükkânın camına yapıştırsam, nasıl olur?".. "İş çıkmaz" dedi. Nedenin sorduğumda, "Şimdi herkes İngilizce dersi veriyor. Manav dükkânlarından berber dükkânlarına kadar bak, 'İngilizce ders verilir' diye kâğıtlar asılı. Ağaçlara, duvarlara bile kâğıt asmışlar. İngilizce dersi bu hızla giderse, ders verenler dersi alanlardan fazla olacak. O zaman Türkçe ders verenlere iş çıkacak. En iyisi siz Türkçe ders verin."

Güldüm.. "Şaka değil," dedi, "şuraya 'Eski Türkçe ders verilir" diye bir kâğıt asalım, bak kaç kişi gelecek.. Dediğini yaptık. Bir hafta sonra dört öğrencim oldu. Bunlar, dokuzla on üç yaş arasında çocuklardı. Eski kitapları okumak isteyen gençlerden gelir sanmıştım, oysa çocuklar geldi..

Önce bir baba geldi. "Kuran dersi verir misin?" dedi. Bu hiç hesapta yoktu. "Veririm.." dedim. Adam çocuğunu göndermeden önce beni Kuran'dan bir sınava çekti. Vaktiyle hafız olmanın bir zaman gelip yararını göreceğimi hiç ummamıştım. Kuran öğrencileri birken iki, ikiyken üç oldu..

Her sabah Ulucami'ye gidiyoruz. Öğrencilerime Kuran dersini camide veriyorum. Öğrenciler sekize çıkınca, başıma bir iş gelecek diye korkmaya başladım. Çocuklarının iyi yetişmesinden memnun babalar birbirlerine haber veriyorlar..

Çocuklardan birinin babası bir gün, "Maşallah, çok çabuk öğretiyorsunuz," dedi, "bizim oğlana bir hoca ders veriyordu, oğlan bir yılda Amme'ye gelemedi.."

Durum iyi. hani içimden, "Sürgünden sonra da Bursa'da kalsam, bu Kuran dersi hiç de kötü iş değilmiş.." diye geçiriyorum.

Bir sabah yine Ulucami'de bekledim, ama öğrencilerimden hiçbiri gelmedi. Ertesi gün de gelmediler. Camide tanış olduğum müezzin ya da kayyum gibi biri vardı, ona nedenini sordum. kem küm ediyor, ağzından baklayı çıkarmıyor.. "Hastalanmışlardır," diyor.. 
"Salgın hastalığa tutulmadılar ya bunlar.. Hiçbiri gelmiyor.."

Bir daha öğrencilerim gelmedi. Sonradan öğrendim. Öğrencilerimden birinin babasına, "Oğlunuza kim Kuran okutuyor? Biliyor musunuz?" diye sormuşlar. "Hafız Aziz!" demiş. "Hafız mı? Ne hafızı! Tam hafızı bulmuşsunuz maşallah.."

Ne olduğumu anlatmışlar..
Bunu bana bir gün kahvede ahbap olduğum, ama kim olduğumu bilmeyen bir adam anlattı. "Ah kardeşim ah," dedi, "İstanbul'dan buraya sürgün ediyorlarmış, burada hafızız diye ortaya çıkıyorlarmış. Bu heriflerin girmediği kılık yok.. Az kaldı ben de çocuğumu gönderecektim. Öyle de güzel, çabuk öğretiyormuş ki.. Az kaldı çocuğu zehirletecektik. Böyle bir adamın Ulucami'de hafızlık edeceği kimin aklına gelir?.."

 (AZİZ NESİN, "Bir Sürgünün Anıları", Nesin Yayıncılık, 2019)

Bu haber 2294 defa okunmuştur.

YORUMLAR

  • 0 Yorum