Ama eskiden, Gölköy’den, Aybastı’dan, Ulubey’den ya da çevremizdeki bitişik köylerden onlarca insan, komşu fındık toplamaya gelirlerdi. Eski yerli amelelerimiz tamama yakını sonraki yıllarda tek tek gurbete göç ettiler, çocukları hep gurbette doğdu, okudular, işleri güçleri oldu. Artık buralara pek gelmiyorlar, eski örf ve adetleri de pek bilmiyorlar.
Eski yıllarda bizim çevremizde tanıdıklar, akrabalar, bir haber salmayla toplanıp, yevmiyeci veya imece usulü fındık bahçelerimize girerlerdi. Bahçeler bir anda bayram yerine dönerdi. Genç kızların ve delikanlıların birbirine yaklaştığı, tanışabildiği tek sosyal alanlar, fındık bahçeleri idi. Yani o yılların sanal platformu fındık bahçeleri idi, cep telefonu yoktu, mesaj ve tweet yoktu, ama karşılıklı bakışmalar, gülüşmeler, fıkırdaşmalar bahçelerde gırla gidiyordu. Hem fındık toplanır, hem de neşeli espriler yapılırken, genç kızlar, delikanlılar karşılıklı maniler söyler, işveler ve cilveler yaparlardı. Ve bazı bahçelerde kemençe eşliğinde türküler bile söylenirdi. Kanı kaynayan gençler, amele olduğunu unutup bütün hünerlerini sergilemeye başladıklarında, fındık bahçelerini şenlik yerine, döndürüverirlerdi.
Fındık bahçelerinden yükselen kemençe seslerinin içinde eriyen kıvrak nağmeler, genç gönülleri bitmez tükenmez duygularla yıkardı. Genç kızların manilerle çıkan titrek seslerine karşılık, delikanlıların gür sedaları aynı duyguyla cevap verir, Ordu folklorunun temiz çağlayanları yüreklere dökülürdü. Fındık ocaklarının dalları arasında faaliyet sürerken mahcup bir genç kızın titrek sesi şöyle yükselirdi.
“Şu dağlarda Ordu var
Ordu gitmiş yurdu var
Gözlerinden anladım
Sende gönül derdi var.”
Genç amele kızımız bahçelerde mani faslını başlatırdı. Karşı ocakta fındık toplayan yanık çehreli bir delikanlı genç kıza bir avuç yürek ateşi serpmek için cevap verirdi.
“Denizin altı derin
Muhabbet kuşu serin
Başkalarını bilmem
Benim sevdam çok derin”
Bunun üzerine genç kız coşuverip, cevap verirdi.
”Giresun, Ordu, Pazar
İçinde bir kız gezer
Elinde divit kalem
Dertlere derman yazar.”
Üçüncü hicranlı bir ses, tutuşmuş bu iki gönlü körüklemek için
“ Deniz ne kudurursun
Her gün yalpa vurursun
Gurbet elde yârim var
Beni ne korkutursun” diye bir güzel mani ile lafa karışırdı.
Bahçenin diğer bir köşesinden bu mani atışmalara başka gençlerde karışırdı.
“Fındığımı iç ettim.
Yaylalara göç ettim.
A kız senin yolunda
Bu canı hiç ettim.”
“Fındık fıstık olur mu?
Kolum yastık olur mu?
İşte geldim gidiyom
Böyle dostluk olur mu” ? diye güzel manileri tek tek söylemeye başlarlardı.Önünde sepeti ile fındık toplayan diğer bir genç kız da içli sesi ile
“İn dereye dereye
Kuru fındık bulursun
On beşinde al beni
Sonra pişman olursun.” Diye feryat ederdi.. Manisiyle iyice coşan delikanlılardan biri de elindeki kemençeyle yanık yanık çalarken, hem de kıvrak bir edayla
“Kemençemin başında
Vardır nazar boncuğu
Nasıl sevdaya koydun
Benim gibi çocuğu
Kemençem iki telden
Dilden ötüyor dilden
Sen sarıl boğazımdan
Ben sarılayım belden
Kemençe çala çala
Yoruldu bileklerim
Sevdiğim güzel kıza
Geçmiyor dileklerim” diye bu şekilde bir çok türküler söylemeye başlardı. Kabına sığmayan gençler arada da milli duyguları da dile getirerek
“Yavuzun direkleri
Bir ileri, bir geri
Düşman dökmüş denize
Paslı tenekeleri
Yavuz gelir tersine
Değirmen deresine
Yavuz kurban olayım
Toplarının sesine” diye ameleyi iyice coşturuyorlardı. Fındık bahçelerinin şen bülbülleri, Ordu’nun kendine has olan iklimine uygun bir şekilde sanki bir “Fındık Edebiyatı” yaratırlardı. Sevdalı gençlerin gür sesleri ile
“ Hey Fındıklar,fındıklar,
Kızlar beni gıdıklar,
Kızlar beni görünce
Bahçelerde bızdıklar,
Hey,fındığım,fındığım,
Dallarına konduğum,
Ne dedim de darıldın,
Dillerini sevdiğim!” diye yine manilere devam ederlerdi. Nişanlısı olduğu, bu yıl fındıkların az olmasından sevgilisinin istediğini yapamadığı, zaruret yüzünden muradına eremediği içli sesiyle bir genç de
“Hey Bahçeci, bahçeci,
Bahçen Fındık değil mi?
Nişanlım altın ister,
Bu yıl kıtlık değil mi?” diyerek bahçe sahibine hitap ederdi. Fındık bahçe sahibini bir baba dostu amca gibi bilerek
“Hey Bahçeci, bahçeci,
Bahçen kavunlukmudur?
Nişanlımı versinler.
Dünya gavurlukmudur?” diye dertler yanılır, feleğe sitem edilirdi. Bazen de kocasından uzak kalmış, kavuşmak için nasibini çıkartmaya çalışan hicranzade bir kadın
“Fındık dalda tekleme,
Kız şalvarı ekleme,
Gitti kocam gurbete,
Gelir diye bekleme!” diye sesini bahçelerde yükseltirdi. Diğer bir fındık ocağının dibinden bekarlığı canına yetmiş ve artık şen bir yuva kurmak isteyen genç bir delikanlı da hoş bir mani ile şenliğe katılırdı.
“Deniz üstünde balık,
Ufaklıktır ufaklık,
Anne beni evlendir,
Cana yetti bekarlık!” diyerek derdini anlatırdı. İki evliliği yaşamış ve fenalığını anlatmak isteyen bir bayanda söze katılırdı.
“Duman duman üstüne,
Duman dağın üstüne,
Kız Allah’ı seversen,
Varma kuma üstüne!” diyerek genç kızlara nasihatte bulunuyordu. Fındık bahçelerinde en derinden ve gönülden gelen bu doğal ve yürekten gelen manilerle çalışırken vakitte çok çabuk geçerdi. Artık saatler epeyce ilerleyince, bahçede herkesi bir yorgunluk, mahmurluk alır, yavaş yavaş bir sessizlik çökerdi..
Dayı başının “Paydos” diye yükselen gür sesi, manilerin ve türkülerinde son perdesini indirir, herkes bir koşuda bahçeyi terk ederdi. Bugünlere gelince fındık bahçelerde o eski şenlikler, eski örf ve adetler, çevremizdeki bitişik köylerden koşarak fındık toplamaya yardıma gelenler de artık kalmadı. Ama bu tip unutulan folklorik kültürel değerlerin bugüne aktarılması gereğine inanıyoruz. Biz buradayız, sizi de bekleriz.
FINDIK BAHÇELERİNDEN YÜKSELEN NAĞMELERE HASRET KALDIK
Artık dışarıdan ekmek parası için buralara fındık toplamaya gelenler, bahçelere tedirgin bir şekilde giriyorlar, sessizce çalışıp, geri dönüyorlar. O bahçelerdeki eski şenlik ve bayram havası, şamatalar, türküler hiç kalmadı.
22 Temmuz 2020 - 23:04
Bu haber 2051 defa okunmuştur.
YORUMLAR