Emrullah Çelik
Mevlüt Dinç dünya oyun dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Onun programladığı oyunlar dünya çapında milyonlarca insana ulaştı. Ancak o bu maceraya hiç de aklında yokken girdi. Gölköy’de iki gözlü ahşap bir evden Londra’ya uzanan hayat serüvenini Hayat Bir Oyun isimli kitapta ayrıntılarıyla anlatan Dinç’in kitabı yazın dünyasında da ilgi gördü ve ikinci baskısını yaptı. Bu babasız büyüyen İngilizcenin i’sini bilgisayarın b'sini, oyunun o'sunu bilmezken başarılarına başarı katan bir çocuğun sıra dışı hikayesi…
HAYAT BİR OYUN
Biz de Ordu Olay olarak deryada damla olarak bazen ağlatan, bazen güldüren, bezen tüyleri diken diken eden kitaptan bazı bölümleri ordu Olay okuyucuları için seçtik: Çocukluğumu, ailenin tek çocuğu olarak, doğduğum köyde annem ve akrabalarımla geçirdim. Babam, ben daha altı aylıkken bizi ve köyü terk edip İstanbul'a gitmiş. Annemin bende emeği ve hakkı çok büyük, tüm anneler gibi. O, adeta varlığını bana adadı ve benim için yaşama sarıldı. Yoksulluk içinde olmamıza rağmen babamın yokluğunda beni en güzel şekilde büyüttü. Belki de en önemlisi, herkesin tavsiyelerinin aksine lisede okumamı sağladı.
BABAMI İLK KEZ 11 YAŞIMDA GÖRDÜM
Babamı ilk defa on-on bir yaşlarındayken gördüm. Lise yıllarına yakın onunla daha sık görüşmeye başladım; o zamanlar Samsun'da Ulusoy Otobüs İşletmesi'nde çalışıyordu.
Hiç niyetim ve planım yokken, üniversite sınavlarından yeterli puan alınca babamın da desteğiyle 1974'te Ankara İktisadi ve Ti- cari İlimler Akademisi'ne başladım. Siyasi olayların ve öğrenci hareketlerinin yoğun ve çok tehlikeli olduğu, zor şartların yaşandığı dönemlerdi.
Babam, artık yavaş yavaş delikanlılığa adım atan ve üniversite eğitimine başlayan oğluyla daha çok ilgilenmeye başlamıştı. Ne yazık ki yıllar sonra tanışıp daha yeni yakınlaşmaya başladığım baba- mi 1975 yılında aniden kaybettim. Bundan sonra hayatım tamamen değişti. Ölümünden önce İstanbul'da birlikte yaşadığı kuzeninin evinde daha çok takılmaya başladım. Arada da Ankara'ya derslere gidiyordum.
30’UNAN ÖNCE EVLENMEK APTALLIK DERKEN…
Otuzundan önce evlenmek aptallık, diye arkadaşlarına ahkâm kesen ben, kaderin cilvesiyle İstanbul'da tanıştığım bir İngiliz kızla daha üniversite ikinci sınıfta, on dokuz yaşındayken evlendim. Sıfır İngilizcesi olan ben, sıfır Türkçesi olan bir İngiliz kızla evlenip 1979 yılında İngiltere'ye gittim.
BİLGİSAYARIN B'SİNİ, OYUNUN O'SUNU BİLMEZKEN…
Master eğitimi hayalleriyle yanıp tutuşurken kendimi sıradan bir işçi olarak bir kablo fabrikasında buldum. Beş yıl çalıştığım fabrikadaki çalışma arkadaşımın ısrarı üzerine aldığım ZX Spectrum oyun makinesi ile, bilgisayarın b'sini, oyunun o'sunu bilmeden iki yılda kendi kendime oyun programlamayı ve yapmayı öğrendim. Tesadüfen, girdiğim bu muhteşem sektörde, otuz üç yılda hem İngiltere'de hem Türkiye'de dünya çapında çalışmalar yaparak milyonlarca oyuncuya dokundum. Kendimi dünyanın en şanslı insanlarından sayıyorum; hem çok sevdiğim ve iyi bildiğim bir iş yaptım hem de başarılı olup hayatımı kazandım.
Peki, nasıl oyuna geldim? Hiç oyun oynamayan ve bilgisayara ilgisi olmayan, bu alanda eğitimi ve bilgisi olmayan ben, iki yıl içinde dünya çapında oyunlar programlayan ve isim yapan biri oluverdim. Gerçekten, bu sorunun cevabını bilmiyorum, kitabı biraz da bunun için yazmak istedim. Belki okurken hayatımın orasına burasına serpiştirilmiş ipuçlarını görebilirsiniz.
Bu aşamada ancak şunu söyleyebilirim: Ben doğal yeteneğe inanıyorum. Yetenek ve beceri, yeterli heves ve çabayla birleşince başarı kendiliğinden geliyor. Tabii başarı için ayrıca uygun ortamın ve koşulların da olması şart. Sanırım benim İngiltere'de olmam ve 80'li yıllarda bilgisayar oyunlarının altın çağının başlaması, doğamda olan oyun yapma becerisini ortaya çıkardı bir şekilde.
YEŞİLÇAM'DA BİLE GÖRÜLMEDİ BÖYLESİ
Birilerine umut ve ilham olur düşüncesiyle, hayatımı ve ürettiğim oyunlarla çalışmalarımı detaylarıyla anlatmak istedim. Elimden geldiğince yaşadıklarımı dürüstçe, samimi ve abartmadan, olduğu gibi anlatmaya çalıştım. Hatta bazı anılarımı, "Amma da abartmış, Yeşilçam'da bile görülmedi böylesi," denmesin diye biraz yumuşatmış bile
olabilirim.
GÖLKÖY’DE BİR OKUL ANISI
Rahmetli Kâmil (Özmen) Dayım köyün imamı ve aynı zamanda da iyi bir marangoz ustasıydı. Çok titiz, bilgili ama çok da sinirli biriydi. Annemle çok benziyordu bu huyları; annem de çok sinirliydi, çok çabuk tepesi atardı! Aslında İhtiyaroğulları sülalece sinirli olarak bilinirdi.
Dayımın evi bizim evle okulun ortalarında bir yerdeydi ve yol boyunca epeyce tarlası ve arazisi vardı, yol kenarı tamamen çitlerle çevriliydi. Allah affetsin (umarım Dayım da helal etmiştir!) ama ben odunları dayımın çitlerinden araklardım hep! Dayım tabii çitlerde habire eksilen yerleri söylenerek, bazen de küfür ederek tamir eder dururdu. Bir keresinde yine çok sinirli ve küfürlü bir şekilde söylenirken, ailenin en küçüğü olan Kadriye Ablam, "Baba, o kadar bağırıp çağırma, bir de küfür ediyorsun, bizim Mevlüt alıyor onları, çocuk okula götürüyor odun olarak," gibi bir şeyler söylemiş! Dayımın tepesi daha da atmış, "Ney dedi! Pok herif, madem hırsızlık yapacak başkasınınkini çalsa ya!" demiş! Dayımla ilgili çok güzel hikâye ve anılarım var, dost ortamlarında da hep büyük bir keyifle paylaşırım.
HAYATIM NASIL DEĞİŞTİ
ZX Spectum (ilk oyun bilgisayarım): Hayatımı değiştiren cihaz, 1982
Jamaika asıllı arkadaşımdan bahsetmiştim. Vino Dos Santos idi tam adı. Kalite kontrol mühendisiydi, günde birkaç kez üretim hattına gelir, kontrolleri yapar, giderdi. Harika bir işi vardı aslında, on iki saat oradaydı ama bu birkaç kontrol dışında bir işi yoktu. Geceleri bol bol uyuyordu, gündüzleri de kitap okur veya bilgisayarında oyun oynardı.
Benimle bazen üretim hattında epeyce kalır ve sohbet ederdi. Çok iyi arkadaş olmuştuk, hatta bazen ailece de görüşüyorduk. Bu sohbetlerde genelde ben sürekli mızmızlanırdım ona. Mevcut durumumla ilgili yakınırdım: "Üniversite bitir İngiltere'ye gel, fabrikada çalış, adalet bunun neresinde!" "En azından çalışıyorsun para kazanıyorsun," derdi. Arada sırada başka şeyler yap, diyecek gibi olur, sonra vazgeçerdi çünkü gerçekten benim pek başka bir şey yapacak şansım yok gibiydi. Bu fabrikadan emekli olabilirdim; etrafımda yirmi küsur yıldır burada çalışıp daha kırk yaşlarında çökmüş insanlar vardı. Durum iyi görünmüyordu yani. Bana arada sırada işe getirip oyun oynadığı ZX81' adlı bilgisayardan bahsederdi. Oyun oynadığından ve keyif aldığından, ayrıca onu kodlamaya çalıştığından filan bahsetti birkaç kez. Ben bilgisayarın ne olduğu- nu bile bilmiyordum açıkçası; öylesine dinledim ama ilgilenmedim. Tam anlamamıştım zaten neden bahsettiğini. Bir keresinde üretim hattına getirdi makineyi bana göstermek için. Uyduruk, basit bir şeye benziyordu. Bir-iki oyun gösterip, "Bunları makineye yükleyip oynuyorum, televizyona bağlıyorum, orada görünüyor her şey," gibi detaylar paylaştı. Ben hâlâ pek ilgilenmiyordum doğru dürüst, merak bile etmemiştim.
1982'lerin başıydı, koşarak bana geldi, "Bak benim makinenin yenisi geliyor, inanılır gibi değil, bu sefer renk ve ses de var," dedi. Hem de 16K RAM2 varmış! "Ben adımı yazdıracağım, sen de al bir tane, sen de yazdır adını." Ben ne yapacağım alıp; ilgilenmiyorum, bilmiyorum, oyun oynamıyorum, pek de istemiyorum, paraya yazık.
1 ZX81: Yine Clive Sinclair'in ZX Spectrum öncesi çıkarttığı bilgisayar. Z80 olarak bilinen işletme sistemini kullanıyor, 81'in 80'i oradan geliyor. 1 ise sahip olduğu hafıza (RAM), 1 kilobyte! Bu minnacık hafıza ile satranç oyunu bile yazıldı 80'li yıllarda.
2 16K RAM: ZX81 IK (Kilobyte, 1.024 hane, tane) iken bu yeni bilgisayar on altı misli daha geniş hafızaya (RAM) sahip! Bugün en basit cep telefonunun bile bundan yüzlerce kez daha fazla kapasitesi var!
İLK PROFESYONEL OYUNUM GERRY THE GERM!
Yepyeni bir dünyaya adım atıyordum, bilinmeyenlerle ve heyecanlarla dolu bir macera başlıyordu. İlk oyunum için ayrılmadan önce hazırlıklar yapmıştım. İlk oyunum olacağından, sadece iyi kodlamanın yetmeyeceğini, ilgi çekmek ve fark yaratmak için çok farklı bir şey olması gerektiğini düşünmüş- tüm. Normalde oyun kahramanları sinemada olduğu gibi hep kötülerle mücadele edip kazanmaya çalışır; ben tam tersini yapayım, dedim. Gerçekten riskli bir konu seçmiştim ama ses getireceğini ve bir şekilde ilgi yaratacağını düşündüm. Kod- lama da yeterince kaliteli olursa herkesi biraz şaşırtmış olurdum.
Ne tür bir oyun yapabilirim, diye düşündüm. İnsan vücudundan daha güzel bir oyun ortamı ne olabilir, ayrıca oyunun kahramanı da bir mikrop olursa, yeme de yanında yat. Bundan daha ilginç ve daha çok ses getirecek ne olabilir ki?! Dediğim gibi, insan vücudu oyunun ortamı. Güzelce tasarlanmış ve kullanmak için de her şey var ve hazır. Farklı organlar ve bölgeler oyunun farklı bölümleri ve oyun fikirleri için mükemmel bir ortam.
Daha önce belirttiğim gibi, ben çöp adam bile çizemem, ama eşim Janet karikatür tadında güzel çizimler yapabiliyordu. Yayınlanmamıştı ama birkaç resimli çocuk kitabı da yazmıştı. Fabrikadan ayrılmadan önce çok güzel bir grafik ve animasyon editörü yazdığımı söylemiştim. Mikrop karakterinin ilk çalışmalarını Janet bu editör ile yaptı, basit birkaç animasyon da ekledi. Oyunu özetleyen küçük bir proje dosyası hazırladık, ana unsurlar, farklı bölümler ve mikrop ile birlikte bazı ek grafikler içeren bir dosya.
Grafik editörünü ve daha önce yaptığım birkaç demoyu Londra'da katıldığım ilk oyun fuarında birkaç yayıncı firma ile paylaşmış, çok da güzel yorum ve geri dönüşler almıştım. Zaten bu olumlu yorumlardan güç alarak fabrikadan ayrılma ve oyun işine profesyonelce girme kararını almıştım.
OYUN DÜNYASININ ÖNDE GELEN İSİMLERİ MEVLÜT DİNÇ İÇİN NE DİYOR?
Charles Cecil, Revolution Software, Activision: "1988'de Activision'ın İngiltere'deki geliştirme stüdyosunu yönetmeye geldiğimde, ekibim bana yenilikçi ve ustalıkla hazırlanmış oyunlar yaratan genç bir programcıdan hayranlıkla bahsetti. Mev ile tanıştığımda, hak- kında söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu gördüm: Hem çok yetenekli hem de beraber çalışmaktan zevk alabileceğiniz ender geliştiriciler- den biriydi. Türkiye'deki profesyonel oyun sektörünün gelişmesine katkı sağlamak için İngiltere'den ayrıldı. Mev, hem hayranlık duyduğum hem de çok sevdiğim bir arkadaşım; büyüleyici bir hayatı ve anlatacağı bir sürü ilginç öyküsü var."
Jon Hare, Sensible Software: "Mev ve ben ilk oyunlarımızı 80'lerin ortalarında yaptık. Mev, Last Ninja 2 oyun serisi ile programlamada büyük bir başarı elde etti. Sonrasında kurduğu Vivid Image şirketi, Street Racer ve First Samurai gibi orijinal oyunlarla İngiltere'nin en önemli oyun geliştiricilerinden biri oldu. Orada edindiği bilgi ve deneyimi kullanarak Türkiye'deki oyun sektörü- nün kurucusu olmayı başardığı için kendisiyle gurur duyuyorum. Şerefe, Mev!"
Jon Dean, Activision, EA Sports: "Mev'i herkes sever. Cömert ve paylaşımcı, muhteşem bir sohbeti ve arkadaşlığı var. Aynı zamanda acayip zeki, çok çalışkan ve yetenekli bir programcı. Geleceğin programcı ve tasarımcılarına da büyük bir tutkuyla destek veriyor. Kariyerim boyunca kendisini tanıma ve bazı oyunlarının yapımcılığını üstlenme şansım oldu. Ayrıca çok zor durumdayken beni ve birkaç önemli projemi kurtarmışlığı vardır. Mev bir efsanedir!"
Mevlüt Dinç kimdir?
Mevlüt Dinç, programlamayı kendi kendine öğrendikten sonra, profesyonel oyun kariyerine 1985 yılında İngiltere'de başlamış ve dünya oyun sektöründe efsane isimler arasına girmeyi başarmıştır. Dinç, aynı zamanda Sobee Studios oyun şirketinin kurucusudur.
Dinç, Türkiye'deki oyunseverlerin de yakından bildiği Enduro Ra- cer, Last Ninja 2, First Samurai ve Street Racer gibi ünlü oyunların yazarı ve yapımcısı olarak birçok ödül almıştır. 2000 yılının sonunda, İngiltere'de bu alanda edindiği bilgi biriki- miyle Türkiye'de Sobee şirketini kurmuş ve ülkemizdeki oyun sektö- rünün öncü isimlerinden olmuştur. Sobee'deki ekibi ile İstanbul Kiya- met Vakti, C4 Robot Oyunu, I Can Football ve Supercan gibi bir sürü başarılı çalışmaya imza atmıştır.
Mevlüt Dinç, aynı zamanda İngiltere'nin saygın kurumlarından BAFTA'nın üyesi ve 2011 yılında kendi öncülüğünde kurulan Türkiye Dijital Oyunlar Federasyonu'nun da kurucu başkanıdır.
YORUMLAR