''Geçtiğimiz pazartesi, SÖZCÜ'de, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinin 37 bin metrekarelik bölümünün, yeni büyükelçilik binası yapılması için, ABD'ye satıldığını okuduk. Bu habere üzüldük, tepki duyduk, isyan ettik. Türkiye'de siyasallaşmamış, gerçekten bağımsız bir hukuk ve o hukuka saygılı bir iktidar olsa, değil AOÇ'un 37 bin metrekaresi, 1 metrekaresi bile hiç kimseye satılamazdı. AOÇ'un yağmalanması, satılması, hukuka aykırılığın ötesinde Atatürk'e ve Türk Milleti'ne, hatta doğaya, çevreye saygısızlıktır.
En başından anlatalım.
YEŞİL ANKARA
Atatürk, 27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldiğinde çok yoksul bir kentle karşılaştı. Ankara aynı zamanda ağaç yoksulu, yeşil yoksulu bir bozkırdı. Ancak o, bu yokluktan “varlık” çıkarmayı bilecek; Milli Mücadele'yi bu yoksul kentten yürütecek, Türkiye Cumhuriyeti'ni bu yoksul kentten yükseltecekti. Başkent Ankara'nın yeni konutlara, yeni okullara, yeni yollara olduğu gibi yeni parklara, yeni bahçelere ve hatta ormanlara ihtiyacı vardı. Bu yoksul bozkırdan uygar bir hayat fışkırmalıydı; ancak ağaçsız, ormansız, yeşilsiz uygar hayat olmazdı. Atatürk'e göre “Ağaç, çiçek ve yeşillik medeniyet demekti.” Ona göre, “Ağaçsız toprak vatan değildi…” İşte AOÇ, Türkiye'deki yeni uygar hayatı ağaçlandırma, ormanlandırma, yeşillendirme; Anadolu'yu yeniden vatan yapma projesiydi. Atatürk, “Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki, kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu fark etsin” diyordu.
Ancak gelin görün ki, AOÇ'un “orman yeşili”, yıllar sonra siyasal İslam'ın “dolar yeşiline” kurban edilecek; AOÇ topraklarının bir kısmı ABD'ye satılacaktı.
Afet İnan, Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı köşkü için Çankaya'yı seçmesinde burada birkaç büyük kavak ve söğüt ağacının bulunmasının etkili olduğunu yazar…
Atatürk'ün “Yeşil Ankara” savaşının tanıklarından gazeteci-yazar Falih Rıfkı Atay şöyle diyor: “Ankara'da göz su arar, yeşillik arar. (Atatürk) bozkırın bu parçasına biraz yeşillik verebilmek için neler çekecekti…” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 603).
ZOR OLANI SEÇTİ
Atatürk, 1925 yılının ilkbaharında Türkiye'nin tanınmış ziraatçılarını bir araya topladı. Onlara Ankara'da büyük bir çiftlik kurmak istediğini anlattı. “Burada bir çiftlik kuracağım. Bu çiftlikte hayvanlar yetiştireceğim. Bir küçük ormanın kenarında tarım endüstrimize ait bacalar tütecek” dedi. Ziraatçılardan çiftlik için yer bulmalarını istedi. Ziraatçılar Ankara'da çiftlik yeri ararken bugünkü çiftlik yeri üzerinde hiç durmadılar. Çünkü burası çok bakımsız, hastalıklı, sarı, bazı yerleri sazlık, bataklıktı. Bu bataklıklar sıtma kaynağı durumundaydı. Burada, kartallar ve akbabaların yuva yaptığı dört duvardan oluşan eski bir mezbaha ile ince bir şerit halinde uzayıp giden eski bir demiryolu dışında medeniyet adına hiçbir şey yoktu. Ziraatçılar incelemelerini bitirdiklerinde hazırladıkları raporu Atatürk'e sundular. Atatürk, bir haritada, eliyle bugünkü çiftliğin olduğu yeri işaret edip “Burayı gezdiniz mi?” diye sordu. Ziraatçılar, şaşkınlık içinde, buranın bir çiftlik kurmaya hiç uygun olmadığını; bataklık, çorak, fakir bir yer olduğunu söylediler. Atatürk, derin bir nefes aldıktan sonra pencereden Ankara ufuklarına bakarak şöyle dedi: “İşte istediğiniz yer böyle olmalıdır. Ankara'nın kenarında hem batak, hem çorak, hem de fena bir yer. Bunu ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecek?”
Milletini kolaya alıştıran liderlerden değildi; hep en zor olanı başararak milletine örnek olmuştu. Çiftlik için kendisine yeşil, sulak alanları önerenlere, “Ben zor olanı yapayım, siz arkamdan kolay olanları nasıl olsa yaparsınız” diyordu.
Çok amaçlı örnek bir çiftlik kurmak istiyordu. Çiftlik, hem bir uygulamalı ziraat okulu, hem de halkın eğlence, dinlence yeri olacaktı. Atatürk'ün kendi ifadeleriyle hayalindeki çiftlik şuydu: “Çiftlik modern, bilimsel, bize uygun tarım için iyi bir örnek olmalı… Köylü gençler burada bir süre çalışarak köylerine doğru tarımı götürmeliler. Tarım aletlerini kullanmayı, onarmayı öğrenmeliler. (…) Halk için büyük çok güzel bir bahçe yapalım. Gelip eğlensinler, çocuklar oynasın. Büyük bir de havuz olsun. Dileyen yüzsün, dileyen sandala binsin. Uygun yer bulunabilirse bir havuz daha yapalım. Ankara suya, yüzmeye alışsın. Su uygarlıktır. Benim için de tepeciklerden birinin üzerinde bir ev yeri ayırın…”
ATATÜRK'ÜN ALINTERİ
AOÇ'un temeli 5 Mayıs 1925'te bir Hıdırellez günü atıldı.
Çiftlik inşaatının başladığı Yassıdere'de Atatürk ve arkadaşları için de üç çadır kuruldu. Atatürk, Rasuhi Bey, İsmail Hakkı Bey, Nuri Conker, Salih Bozok ve Kılıç Ali çadırlarının önündeki hasır koltuklardan çiftliğin kuruluşuna tanıklık ettiler.
Atatürk fırsat buldukça Ankara'daki direksiyon binasında genç ziraat mühendisi Tahsin Coşkan'la çiftlik planları üzerinde çalıştı. Çiftlikte yer alacak yapılardan ağaçlara kadar çiftliğin tüm ayrıntılarıyla ilgilendi. Çiftliğe her yıl 50 bin ağaç dikilmesini istedi. 8 yıl geçmeden 3 milyondan fazla çeşitli fidan dikildi ve hepsi de tuttu. Çiftliğe dikilen güller Hollanda ve Almanya'dan getirildi. Falih Rıfkı'nın ifadesiyle, “Atatürk, çiftlik dağlarının ormanlaşması için bizzat uğraştı. Hemen her ağaçta hakkı vardır…”
Atatürk çiftliğin yapım çalışmalarını başından sonuna kadar izledi. Sık sık çiftliğe gelerek çalışmaları denetledi. Bir gün traktör kullanmak istedi. Tahsin Bey, güneşten korunması için traktör üstüne bir tente yaptırdı. Atatürk bu tenteli traktörle çiftliğin bir kısım toprağını sürdü.
5 Mayıs 1925'ten 21 Eylül 1925'e kadar her gün birkaç saatini çiftlikte geçirdi.
6 Kasım 1925'te birkaç dostuyla birlikte çalışmaları denetlemek için yine çiftliğe gitti. Tepeden yollar, binalar, tarlalar, bağlar, bahçeler, ağaçlar görülüyordu. Bu manzarayı büyük bir gururla seyrettikten sonra yanındaki arkadaşı Nuri Conker'e dönerek şöyle dedi: “Sevgili Nuri, bu çorak toprakta ısırgan otu bile bitmez, dediğini hatırlıyor musun?” Nuri Conker, “Hayır, Efendim, hatırlamıyorum!” diye yanıt verince, oradaki Salih Bozok gülümseyerek Nuri Conker'e dönüp “Yine yenildik!” demekten kendini alamadı.
1927 yılına gelindiğinde çiftlik inşaatı bir hayli ilerledi: Dikilen ağaçlarla bozkır yeşermeye, çevredeki kuş cıvıltıları artmaya başladı. Ekilen sebzeler yetişti, dikilen güller ve rengârenkçiçekler açtı. Buğdaylar baş verip tarlalar yeşerdi. Ağıllardaki hayvanların sayısı arttı. Fabrikalar yükseldi. Süt, yoğurt ve peynir üretimi başladı. Bir tepenin üzerinde Atatürk'ün istediği iki katlı evin (Marmara Köşkü) ve yanındaki büyük havuzun (Marmara Havuzu) yapımı bitmek üzereydi. Karadeniz Havuzu'nun inşaatı da sürüyordu. Halk pazar günleri trenle akın akın çiftliğe gelip o güzelim ağaçların altında, gölgesinde oturarak yemeklerini yiyor, eğleniyordu. Bunları gören Atatürk, adeta bir çocuk gibi sevinip neşeleniyordu.
Atatürk, bazen çiftlikteki Marmara Köşkü'ne giderdi. Çiftlik işlerini yürüten müdürle görüşür, bilgi alır, bir kahve içer, bazen akşam sofrasını da orada kurdururdu. Söğütözü'ndeki küçük kulübe de çok hoşuna giderdi. Bazen de oraya gider, söğütler arasında bağdaş kurarak oturur, sigarasını ve kahvesini içerdi.
AOÇ'ta üretilen süt ürünleri buradaki satış mağazalarıyla çok uygun fiyata halka ulaştırılırdı.
II. Abdülhamit döneminden beri Türkiye'deki bira üretimi yabancıların elindeydi. Atatürk, Bomonti bira tekeline karşı çiftlikte bir de yerli bira fabrikası kurulmasını istedi.
ATATÜRK ORMAN ÇiFTLiĞi
AOÇ'un temeli 5 Mayıs 1925'te bir Hıdırellez günü atıldı.
09 Mayıs 2020 - 18:35
Bu haber 1661 defa okunmuştur.
YORUMLAR