KENDİNE MÜSAİT MİSİN?
Savaştığın her şey direnir,
kabul ettiğinde çözülür; su gibi akar her şey…
kabul ettiğinde çözülür; su gibi akar her şey…
Kendinle öyle fazla ilgilen ki ruhunla, zihninle, duygularınla, tüm varlığınla ve kendine öyle müsait ol ki başkalarına vakit kalmasın. Dünya kendi isteğin dışında ve yalnız geldin çünkü. Doğmayı biz seçmedik, ölümü de biz seçmeyeceğiz fakat doğum ile ölüm arasında nasıl yaşayacağımız bizim tercihimizdir. Bu tercihle, bu özgürlükle ve bu sorumlulukla yaratıldık çünkü. Ankebût Suresinin 57. ayeti insana harika bir hatırlatmadır. “Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz” (Ankebût; 29/57) ilahi gerçeğiyle acilen tanışmamız, ‘ölüm ve aciliyet’ gerçeğiyle hepimiz yüzleşmemiz gerekiyor. Bu uyarıyı her an hatırlıyor muyuz, iliklerimize kadar anlıyor muyuz? Günler sayılı ve ömür kısa.
Önceliklerimizi ölüm gelmeden belirlememiz ve önceliklerimize göre hayatımızı planlamamız gerekiyor. Yaptığımız iyiliğin de yapamadığımız iyiliğin de sorumluluğunu aldığımız gibi hatalarımızın da sorumluluğunu almamız gerekiyor. Geçmiş satılamaz, satın da alınamazsa af ve mağfiret alternatifini hayatımızın merkezine en öncelikli olarak almamız gerekiyor. Kendimiz olmamız, kendimize müsait olmamız için acele etmemiz gerekiyor. Her şeye rağmen kendine müsait olman ve kendine yaslanman gerekiyor; yaslandığın taş da kendin ol, tuğla da. Ve ancak her şey Allah’a dayandıktan sonra.
Kendine müsait olamayanların başkaları tarafından zamanla yok sayılması zor, insan onurunu fazla zedeliyor. İnancınız, düşünceniz, duygunuz, özgürlüğünüz ve sorumluluğunuz; özetle varlığınız yok sayılarak değersiz hissettirilmesi insanı çok fazla öfkelendiriyor. Bu demde etrafınızda kimseyi bulamamak zor, içinde hiç kimseyi bulamamak ise çok daha zor oluyor.
Olasıya ve veresiye yapılan her iş ve yaşanan hayat insana yüktür. Hiç gereği yokken ve hiçbir anlam ifade etmezken el alem için yapılan her şey sırta kamburdur. İnanmadığını yaşanıyormuş gibi göstermek ruha darbedir. Samimiyet, hassasiyet, ciddiyet, teslimiyet (şüphe, kabul veya ret), dünyanın eski yeni harikalarından da öte değerlerdir. Kendi istikametine doğru tüm varlığınla, ‘sırât-ı müstakîm (apaçık, dosdoğru ve hak yol) üzere hakikatin bilgisiyle, hakikatte olman gereken ‘kendine müsait kişi’ olarak şu hız ve haz dünyasında, kaygan zeminde sağlam yürümek gerekiyor.
Düşünsenize her şey üstünüze doğru geliyor. Belki de ters yöne doğru gidiyorsunuz. Belki yanlış yerde duruyorsunuz. Ne kadar güzel bir çiçek olsanız da yanlış bahçede açtıysanız, düzenin sağlanması için kopartılması gereken bir ottan farkınız olmuyor. Bir yere uygun olman, orada çiçek açman, oraya ait olduğun anlamına da gelmiyor.
Doğru bahçeye doğru gidelim seninle. Gidelim buralardan hem de hedef olmadan, hesap yapmadan, harita bulundurmadan tüm masumiyetinle, samimiyetinle, teslimiyetinle, ciddiyetinle, hassasiyetinle hem de. Çünkü hepimiz çocukluğumuzu yitirdik, hepimiz büyüdük; büyük ve hüzünlü insanlar olduk. Kaderin üstünde bir kader daha var. Biz o noktadayız şimdi. Kazandıklarımızla yola, yolculuğa devem edelim el ele. Beraber gittiğimiz o yerde senin için iyi olan neyse benim için de iyi olan o. Kendin için sevdiğini başkası için de sevebildiğin iyidir, güzeldir, faydalıdır. Birlikteyken dijital dünyayı kapatalım artık! Kendimize müsait olma vakti şimdi. Dikkat iyiliği bize, bizi iyiliğe yaklaştırır. Kurumuşum meğer buralarda, yeşeriyorum bu seyahat sayesinde. Çok şükür ki şekerden tat almayı öğrenebildik tuz sayesinde, gecenin kıymetini öğrendik gündüz sayesinde ve gizli kalmayı ancak öğrenebildik gittiğimiz yerde şeffaf olmak sayesinde.
En iyisi misin el iyisi misin, diyor. Ele var kendine yok cinsten olanlardan mısın? El iyisi kendini ne bilsin! Kendini bilmeyen niçin değişmek istesin, istemeyince de nasıl değişsin? El iyisi olan kendine nasıl iyi olsun? Kendine nasıl müsait olsun? Mümkün mü? Asla! Başkalarının yardımıyla çıkartıldığın hayat ağacından nasıl inersin? Düşersin! Gözlerini gerçeğe çevir. Değişim tüm varlığınla gerçeğe, hakikate yöneldiğin zaman gelir. Güneş belirdikten sonra da yıldızlara bakılıp yön tayin edilmez. Hz. Ali’nin de ifadesiyle önce hakikati öğren sonra kimin haklı olduğunu öğrenirsin zaten. Ruhum o zaman huzur bulur, zihnin o zaman rahatlar, yürek sancıların o zaman biter, bedenin şifaya ancak o vakit kavuşur. Bunun için de kendini affedeceksin, kendine yöneleceksin, kendine müsait olacaksın, kendine minnettar kalacaksın. Ancak yaratılışının önünde eğildiğinde, özüne yöneldiğinde sakinleşir ve sessizleşir insan. Ve o zaman geçmişi heybeye koyarak güzel hatıra bırakır, ânı tüm coşkuyla iz bırakarak kendi yolunda, kendi seviyesinde ve kendi hızında istikbale, ait olduğu en güzel yere, erdemlilerin misk kokulu köşküne yürür insan. Herkesin yolu da farklıdır, yolculuğu da farklıdır, gideceği yer de farklıdır. Sen kendi yoluna ve yolculuğuna odaklan şu dünyada.
Kendi olamayanlar ve kendine müsait olamayanlar “utanma, utancını bastırma, duygularını görmezden gelme, azarlanma ve yasaklar” içinde yoluna devam ederken ancak kendine müsait olanlar “hayâ, duygularını fark etme, ifade etme, adlandırma ve kendine izin verme” yolunu takip ederek mis kokulu şiir köşküne ulaşırlar. Kolay seçimlerin sonu hüsran ve zor seçimlerin sonu kolaylık getirir. İnşirâh Suresinin 5-8. ayetlerinde şöyle buyrulur: “Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var. O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul. Ve yalnız rabbine yönel.”
Savaştığın her şey direnir, kabul ettiğinde çözülür; su gibi akar her şey… Çocuk gibi düşün fakat büyük gibi hareket et. Batan güneş için ağlamayı bırak artık. O her akşam batar ve her sabah yeniden doğar. Her gece uyumadan senin için güneş doğduğunda ne yapacağınıza karar verin ve o güzel günde kendiniz için hazırlanın. Çünkü her canlı gerçek bir iş için doğar ve gözlerini açar bu dünyaya. O da kendine müsait biçimde ve kendine giden yolu yürümektir. Ve bilmiyorsa öğrenmek, unuttuysa hatırlamak, kaybettiyse bularak kendine kendince yürümektir. İnsanı var eden öz kendindedir, kendinledir. Bilmediğinde, unuttuğunda yahut kaybettiğinde suçlayacağın yine kendindir. Çünkü birini suçlamak üzere ileri uzattığın elinin üç parmağı seni gösterir, unutma.
Hep alttan almak, anlayışlı olmak ve ilişkiyi iyi götürme çalışmak yahut hep üstten almak, hiç anlayışlı olmamak ve ilişkiyi bitirmeye çalışmak insanı tüketir, eritir, yer bitirir. Her iki durumda da ilişki iyi gitmez, er yahut geç biter. Gerektiğinde doktor gibi dinlemeyi de masumiyetinle alttan almayı da ve gerektiğinde bir kral gibi emir vermeyi de üstten almayı da bileceksin.
Güçlü olduğunda zayıf görün ki zayıflar incinmesin, zayıf olduğunda da güçlü görün ki güçlüler cesaret bulmasın. Doğum, çocukluk, gençlik, yetişkinlik, olgunluk, sonra zayıflık ve ölüm. Her canlının zayıf olması da güçlü olması da kaderindendir çünkü. Güzelliğin kaybolduğu ve zayıflığın başladığı yıllarda bilgelik ruhumuza, zihninize, yüreğimize ve bedenimize gelir oturur. Zayıflık da bir başka açıdan insanı güçlendirir, kuvvetlendirir. Bazı insanlar yokluk içinde olgunlaşır, bazı insanlar varlık içinde. Ancak varlık içinde olgunlaşmak daha zordur. Fakat öyle zamanlarda bir dost olmalı insanın hayatında. Öyle bir dost ki hem kendine hem dostuna müsait olan bir can dost. Ben varım diyebilen ve tehlike anında koruyan ve kollayan candan öte bir dost. Ve o gün gülümseyecek “Allah’ım! Bu hayal ettiğimden ve istediğimden çok daha fazlasıdır” diyeceğin cinsten ahretlik bir dost. Onlar kibar oluyor. Kibar insan iyidir, daima ilgi ve şefkat dilini kullanıyorlar. Kalpleri neyle doluysa dillerinde o dökülüyor. Ne çok gergin ne çok gevşek; şefkatle tutuyor ellerini onlar…
Temizlik, balığın koktuğu yerden başlar! Müsaitlik kendinle başlar. Kendine müsait ol! Kendine müsait olunca başkalarına vaktim kalmıyor artık. Fazlasıyla yok sayıyorum çoğu şeyi, çoğu kimseyi. Kışın ayazında ve yazın kurağında kalan kurt gibi yalnız atlattığımdan beri kimsenin varlığını da yokluğunu da hissetmiyorum artık. Gülüşümün ardındaki kederi, öfkemin ardındaki sevgiyi, sessizliğimin ardındaki nedeni görebilenlere müsait oldum. Zamanlama ne kadar da önemliymiş meğer. Ne geç kalan yağmur ne geç kalan güneş ayazda ve kurakta kuruyan çiçeklerime rahmet oluyor. Bundan sonra hiç kimseye hiçbir şey öğretemem belki, onlara müsait olmadığımı düşünmelerini sağlayabilirsem kâfi. Kışı da geçirdik yazı da ayaz da hatırımızda gönül kuraklığı da.
Onlar bizi herhalde sevmişlerdi lakin biz onları her halde sevmiştik meğer. Nihayetinde gerçeği öğrenmek ve iyi şeyleri yaşamak zaman alıyor işte. Ve insanların aralarındaki çekişmelere de insanlarla çekişmeye de katlanamıyorum. Onlardaki aşırı ego şişirme, kin ve nefret duygusu moral, motivasyon ve enerji kaybına neden oluyor çünkü. Artık enerji kaybına neden olanlar, bir zamanlar ne kadar değer verdiğimi anlıyorlar, sadece kendim için müsait olup değer vermeyi bıraktığım şu zamanlarda. Kimse kimseyi kaybetmiyormuş meğer. Onlar başkalarını buluyormuş, kalanlarsa kendini. Lakin ne diyor şair şu dizelerinde: “En adil ayrılık ölümmüş meğer / Ne giden suçludur ne kalan suçlu… / Sevip de ayrılmak ölümden beter / Ne giden mutludur ne kalan mutlu…”
İçtenlikle inanılan şey vakti gelince gerçek oluyormuş meğer. Suladığın yeşeriyor, aradığın umutlanıyor, konuştuğun arıyor, değer verdiğin kıymet biliyor. Her şey vaktinde daha kıymetli oluyor. Bir imtihan size ansızın geliyor, kurtuluşta size ansızın geliyor. Hüzün de sevinç de öyle, dost da düşman da. Bir kelebeğin sırtına insan sureti resmeden Rabbin, duana da cevap veriyor. Duam şu ki rast geleyim şu dünyada öyle birine; ‘nesi varsa bölüşecek birine, nesi yoksa getirecek birine.’
Kendime müsait olalı hobilerim de var artık. Para kazandıran bir hobim de var, formda ve zinde tutan hobilerim de var, daha enerjik ve daha üretken yapan hobilerim de. Ve en kıymetlisi keyif almamı, huzur dolmamı sağlayan hobilerim de var. Aynaya bakınca kendimi görüyorum. Geçmişten geleceğe düşünen bir akıl ve hisseden bir yürekle daha emin adımlarla adım adım, an be an yürüyen inanmış bir adam var aynanın karşısında. Psikolojik güçlülüğün net işaretiyle, sükûnetle yürüyorum; ruhum dingin, beynim sakin, kalbim mutmain, bedenim naif ve nahif bir şekilde hem de. Hakk’a tam itaat ve teslimiyet içinde, samimi niyetle, hassas niyetle ve ciddi niyetle hem de. Kırmamak için kırılmıyorum da artık. Bağırmıyorum da. Çünkü aşırı tepki vermiyorum hiç.
Yüzler değişiyor, sözler değişiyor, izler değişiyor lakin yüreğimdeki yara değişmiyor hiç. İnançlar değişiyor, düşünceler değişiyor, duygular değişiyor, davranışlar değişiyor lakin sırtımdaki yara değişmiyor hiç. Her yanımda kanayan bir yara, bir kırılma var, ışık oradan sızıyor hep. En çok ışık süzülen yanlarım sızlıyor. Işık süzülen yanlarıma dua sürüyorum hep. Karıklıklarım iyileşiyor artık. Taviz de hiç vermiyorum onlara. Çünkü taviz verdikçe haddi aşıyorlar, kırmaya daha cüretkâr oluyorlar. Onlarda eksik olan ahlaktı, edepti, hayâydı; akılları fazlaydı. Onlar daha kurnazdı. Ve onlara, hakkın kaldıysa sevildiğin ve dolayısıyla taviz verildiğin günlere say diyorum içimden. ‘Olanda bir, olmayanda bin hayır var’ diyorum işte. Kalbim atıyordu zaten. Kendime müsait olduktan sonra kalp ritmin de değişti; duyana, sağıra ne.
Her şeyi yapmak zorunda değilim ve her şeyi mükemmel yapmak zorunda hiç değilim. Bastırılmış duygular, düşünceler ve inançlar gergin bir yay gibi kurulmuş bir avcı gibi içimde ve nefret oku her an avına doğru fırlatılmayı bekliyordu eskiden. Avcı av oldu ve avlandı. Avı saldım, yayı çözdüm, oku da kırdım artık. Öyle bir an gelir dökemezsin içini, çünkü içine zor sığdırmışsın içini. Öyle zamanlarda sükût orucumu doğru insanların yanında açıyorum. Kendi suyunu taşımaya başladığından beri sükût orucunu açtığım her iftarda her damlanın değerini daha iyi anlıyorum. Asalet başka şeymiş meğer, ölürken dahi kimseye minnet eylememeye değermiş o anlarda.
Ne istediler bizden! Biz, küçüklüğümüzde küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenmiştik. Ne her gördüğümüzü isterdik ne her istediğimiz oldu bizim. Varlığına şükür, yokluğuna hamd eder, sabır ve sebat ederek edebiyle yaşamayı öğrenmiştik. Ve biz dostumuzun acısına kendi acımız gibi üzülmeyi de sevincine kendi sevincimiz gibi mutlu olmayı da bilirdik küçüklüğümüzde. Yerimizi yitirdiğimiz günden beri yola çıktık yürüyoruz bir bilinmeze. Yerimizi öğrendiğimiz gün döneceğiz doğduğumuz yere, küçüklüğümüze vakit geldiğinde.
Ve artık bir yetişkin olarak bende her çocuk gibi ‘seni seviyorum, sana güveniyorum, seninle iftihar ediyorum, seninleyim, sendeyim, insansın ve insanca hata yapabilirsin’ denmeyi bekliyorum. Artık kendimizi yeniden insanca inşa etme zamanı gelmedi mi?
İyi olduğumda, cömert olduğumda, sevdiğimde, doğru yaptığımda ve başarılı olduğumda iyi düşünsünler düşünmesinler, değer versinler vermesinler, kıymet bilsinler bilmesinler aldırmıyorum. İnsan olmak zor şey şu hayatta, insan kalmak da daha zor. Hedeflerimi yüksek tutuyorum, planlarımı gizli yapıyorum, adımlarımı sessiz atıyorum, çevremi küçültüyorum, kendime müsait oluyorum, yüksek sesle dua ediyorum, hayatı huzur dolduruyorum, kalbimi mutlu ediyorum. Özümün peşinde koşuyorum özümce işte.
Menfaatlerine göre eskisi gibi yönetemedikleri için şimdi ‘sen değiştin!’ diyorlar. Ben değişmedim. Kendime değer vermeyi, kendime müsait olmayı ve hak edene kak ettiği değeri vermeyi öğrendim. Kendime müsait olduktan sonra daha fazla düşündüğüme dönüşüyorum, hissettiğimi yaşıyorum, hayal ettiğimi gerçekleştiriyorum işte.
Herkese bir daha inanır mıyım, bilmiyorum. Herkesin çarşısına göre pazar ver Allah’ım! Kolay olmasa da en güzele, en iyiye, en rahata talibiz Ya Rab! En rahat, en güzel, en hayırlı olanı en kalıcı, en çabuk ve en kolay şekilde nasip et Ya Rab!
27.09.2024
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları sadece YAZAR’a aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.