ALDIĞIN EĞİTİM İLE VERDİĞİN EĞİTİM
İÇİMİZDEKİ KİRİ, KİNİ, NEFRETİ TEMİZLİYOR MU?
İnsan eti pek ağır!
Ve o ağırlık altında tam da sözün bittiği yerdeyiz.
Şu an burada vakıa, sözden daha önemli bir mevkidedir.
Fakat anlayana.
“Karakteri
altından yüksek olan altına şekil verir,
karakteri altından düşük olana altın şekil verir.”
Atasay Kamer
Ve o ağırlık altında tam da sözün bittiği yerdeyiz.
Şu an burada vakıa, sözden daha önemli bir mevkidedir.
Fakat anlayana.
“Karakteri
altından yüksek olan altına şekil verir,
karakteri altından düşük olana altın şekil verir.”
Atasay Kamer
Değerli Hazirûn;
İyi İnsanlar, Eğitimciler, Veliler, Öğrenciler ve Herkes…
Yıllardır görüyorum da -değerli hazirûn- hayatın hep bir kenarından, hep başarı türkülerinden çalıyor ve söylüyorlar. Başarı konserlerinden kesitler paylaşıyorlar, ulufeler dağıtıyorlar… Hayatın diğer kıyısına ise kör, sağır, dilsiz ve duyarsız kalıyor öğrenci üzerinde eğitim sorumluluğu olan tüm kişiler ve herkes!
Elbette mutluluğu paylaşmak esastır ve gereklidir de. Başarı hikâyeleri de siz, öğrenci üzerinde eğitim sorumluluğu olanların eseridir; anne babaların, abi, abla, kardeşlerin eseridir; eğitim sisteminin, sistemi yönetenlerin, yazanın, çizenin, düşünenin, söyleyenin de eseridir...
Sevinmek fıtrîdir, haktır, haktandır ve gereklidir de. Sevinmek de bir ölçüyle olmalıdır, üsluplu ve usturuplu olmalıdır. Bu konuda ölçüyü Yaratan şöyle koymuştur: “Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde ve insanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde; Rabbine hamd ederek şanının yüceliğini dile getir ve O’ndan af dile; Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr; 110/1-3)
Başarılı, daha başarılı, en başarılı olanlar yekûnun kaçta kaçıdır? Ya geriye kalan az başarılı, daha az başarılı ya hiç ya sıfır başarılı olanlarsa yekûnun kaçta kaçı? Kaç öğrenci gerçekten sözel ya da eşit ağırlıklı bir potansiyele sahipti de zorla sayısal sınıfa yerleştirildi veya kaç öğrenci farklı bir sınıfta şimdi? Kaç öğrenci dil ya da güzel sanatlara meyilliydi de zorla sayısala, eşit ağırlığa ya da sözel sınıflara oturtuldu? Kaç öğrenciyi bambaşka bir alana zorla yerleştirildi! Kaç öğrenci, potansiyelinin farkındaydı ve ait olduğu sınıftaydı! Üniversite tercihleri konusuna asla girmiyorum bile, orası apayrı bir macera, dipsiz kuyu gibi!
Başarı hikâyeleri bu öğretmenlerin, siz hazirûnun eseri de az başarılı, daha az başarılı ya hiç ya sıfır başarılı olanlar kimin eseri? Bu konuda kelâm yok, ses yok, görüntü yok, görüş yok; yok yok... Bunlar bizim, hepimizin eserimiz değil mi yoksa? Yüzde üçü, beşi konuşuyoruz da ya geride kalan yüzde doksanı, büyük çoğunluğu neden gündem konusu olmuyor ki?
Doğan Cüceloğlu, Savaşçı adlı eserinde mealen, zamanının siyasilerden söz eder. Onlar, der, başarıya sahip çıkar, alkışlarlar; başarısızlığı ise sağa sola, aşağı yukarı, ona buna şuna, doğuya batıya, kuzeye güneye; muhtara, memura, müdüre, bürokrata atarlar... Kişisel bütünlük, gerçeğe saygı, sorumluluk, hakkaniyet, ilke, sınır, etik, değer bilinci, duruş içinde olmak, farkındalık, ötekileştirme, uyanış, değişim ve diğer kavramlar çerçevesinde olayı tüm yönleriyle inceler.
Öğrenciyi zirveye çıkaran dokunuşu, öğretmenin dışında herhangi biri, kendi tercihi olarak yapmışsa ki bu bir iftihar konusudur, öyle olmalı da. Öğrenci üzerinde eğitim sorumluluğu olan tüm kişilerin, öğretmenin, velinin zirveye ulaştıran yürekten bir dokunuş yapması bir görev bilincidir, bir tercih meselesi değildir, olamaz da olmamalı da. Tıpkı sınıfımı geçersen-m ve takdir de getirirsen-m sana tablet alacağım diyen anne babanın, bilgisayar istiyorum diyen öğrencinin ödül sistemini çarpık algılaması gibidir. Ödül olağan üstü, hiç beklenmeyen ve görev dışı durumlar için söz konusuydu oysa.
Başarısıyla zirveye oturan da bizim öğrencimizdir, dibe vuran da; birinin sevincinden de diğerinin üzüntüsünden de biz sorumluyuz. Nerede hata yaptığımızı hep birlikte detaylıca düşünmeliyiz.
Eğitim sisteminde; az, daha az başarılı öğrencilerin çok, daha çok başarılı öğrencilere nispetle, eğitimden sorumlu tüm kişilere daha çok ihtiyacı vardır. Başarılı öğrenciler, bir şekilde sorunları kiminle, ne zaman, nasıl çözebileceklerini bulmuş, başarmış çocuklardır. Onların daha az başarılı olanlardan asıl farkları da buradadır; asıl başarıları da bu farktan doğmaktadır; bundandır aslında.
Onlar, etrafında kendilerine uygun başarı hikâyeleri bulamazlarsa, geçmişine, derin kadim tarihine bakarlar; o da yetmezse aynaya bakarlar, kendilerini bulurlar ve kendileri yeni bir başarı hikâyesi ve yepyeni bir tarih yazarlar.
Onlar; derin korku, öfke, üzüntü ve mutluluk durumunda sağ beyni aktif haldeyken sol beyni mantıklı düşünemiyorsa; kendini durdurur, bekler, derin bir nefes, bir daha bir daha alır, imanın altı şartını içinden sayar, ürerinde yeniden düşünüp sol beynini harekete geçirmeyi de bilirler…
Onlar; bu dünyada hayat amacına ulaştıracak her cefayı ince ayrıntısına kadar yaşar, o sefayı sonsuz olana bırakırlar. Zamanı ruhuna uygun yönetir, samimiyetle, hassasiyetle, ciddiyetle ibadet eder gibi bir aşkla işine adanır, hakikate odaklanırlar. Ve onlar; okur, düşünür, anlar, yaşar; risk alır, her zorluğu lütuf, her engeli imtihan bilir, her insanı vesile görür, her ihsanı nimet bilir; her şeyle ve her şeyiyle ‘tavırlarında ölçülü, sıkıntıda sabırlı, nimete müteşekkir, iyiliğe vefalı’ insan olarak mücadele ederler…
Bilmem eksik kalan ne var! Ancak şu iki hikâyeciği de paylaşmam gerekir diye düşünüyorum. İnsân-ı Kâmil’in birine sormuşlar, “Böylesine güzel insanları nasıl eğitiyorsunuz?” diye. O da şöyle cevap vermişti: “O güzellikler zaten insanın içinde var, ben sadece fazlalıkları alıyorum…” demişti.
Kuyumculuk sektörünün duayenlerinden Atasay Kamer, memleketi başta olmak üzere, Türkiye’de birçok eğitim kurumunun yapılmasında destek olmuş bir eğitim dostudur. Ve iş hayatında kullanarak dürüstlüğü kural ve öncelik haline getiren şu sözün de sahibidir o: “Karakteri altından yüksek olan altına şekil verir, karakteri altından düşük olana altın şekil verir.”
İş hayatında, altın sektöründe geçerliliği ispat edilen bu söz, eğitim hayatında, eğitimin her kademesinde, tüm işlemlerinde, işe yarar mı, yaramaz mı diye uzun zamandır düşündüğüm bir konudur; nedense bugünlerde daha çok düşünür oldum! Sizce işe yarar mı yaramaz mı? Düşünsenize işe yarıyor!
Bir hikâyecik daha eklemek istiyorum aslında. Neden öğrenciler, binicilikte gösterdikleri üstün başarıyı edebiyatta, matematikte, bilimde gösteremezler? Neden eğitimciler, hayvan eğitiminde gösterdikleri üstün başarıyı insan eğitiminde, çocuk eğitiminde, evde, okulda gösteremezler? Neden gökyüzünde idare ettiğiniz uçağı, milletçe yeryüzünde idare edemiyoruz? Neden öğrenemiyoruz ve neden öğretemiyoruz… İşte bütün mesele bu! Aslında mesele çok basit! Düşünsenize; hata yaptığında at binicisi yere indirir, terbiyecisi aslana akşam yemeği olur, uçağı pilotuna mezar olur… Var olmak, direnmek, dik durmak ve daha ileriye atılmak, daha yukarıya fırlamak, daha derine dalmak için bir aslan terbiyecisinin, bir at binicisinin ve gökyüzünde süzülen bir pilotun gergin ve sürekli dikkatine en çok bugünlerde, bu yüzyılda muhtacız…
Öğretmenlik, bir uçağı bir limandan başka bir limana güvenle getirebilmektir. Bir öğrenci olarak ‘Canım öğretmenim!’ diyemeyeceğin bir okula gitme. Bir öğretmen olarak ‘Canım öğrencim!’ diyemeyeceğin bir okula hiç gitme. ‘Öğretmen!, ‘Öğrenci!’, ‘Müdür!’ dediğin okulda ne rahat ne de huzur bulunursun.
Öğretmenler mitokondriler gibidir; bulunduğu yere enerji verirler. Eğitim, öğretmenin ve öğrencinin kapasitesinden daha büyük olamaz. Öğrenci ve velinin, öğretmen ve okulun eğitime sağlayacağı katkı ve fayda heybesindeki ederi kadardır. Hücre zarı gibi seçici olacağız. Gerekli bilgilerle donanırken gereksizleri ya geri bırakacağız yahut dışarı atacağız.
Aldığın eğitim ile verdiğin eğitim içimizdeki kiri, kini, nefreti temizliyor mu? Cevabınız evet ise iyi eğitimlisin, iyi bir eğitimcisin, yöneticisin; ahlâklısın, adamsın, mertsin... Eğittiklerin de öyle. Ya hayırsa?
Gücünü bilen ve hatasını anlayabilen insanlar şikâyet etmeyi bırakır, nankörlükten de vaz geçerler. Kolaycılıkla iş çözülmez. Herkes kendi işini ibadet eder gibi olması gerekenden çok daha iyi yapacaktır. Kesin ve net. Süt neyse kaymağı da odur.
Dırdır ağaçları var bu memlekette, telli baba gibi ağaçta asılıyor. Değiştiremeyeceği sistemler konusunda dırdır ağaçları gibi ahkâm keserken değiştirebileceği tek sistem olan kendisi hakkında dut yemiş bülbül gibi sükût orucu tutuyorlar. Devlet ve hükümet olabilmek kadar insan ve vatandaş da olabilme sorumluluğu olmalı bu memlekette…
Başımız toprak, sonumuz toprak ve mühim olan çamurlaşmadan yaşamaktır. Yurdumuzda terbiyesiz öğrenci yoktur aslında fakat aile terbiyesi alamamış öğrenciler çok fazladır etrafımızda.
İnsan eti pek ağır! Ve o ağırlık altında tam da sözün bittiği yerdeyiz. Şu an burada vakıa, sözden daha önemli bir mevkidedir. Fakat anlayana.
16.01.2024