Geçtiğimiz günlerde değerli ilim adamları yeni bir İslam siyaset felsefesine ihtiyacımız olduğunu söyleyen bir yazı kaleme aldı. “Pasifist ve muhalif” olarak nitelendirdiği bu siyaset felsefesi kendi tanımı içerisinde “devleti, imameti, iktidarı ve güçlü olmayı değil de insanı, makasıdı, onurlu bir kul olmayı, ahlakı, hürriyeti ve insan haklarını, adaleti ve yardımlaşmayı merkezine alan, gerekirse ezilmeyi, yenilmeyi, geri çekilmeyi ve diyar değiştirmeyi ama temel prensiplerden ve ahlaktan taviz vermemeyi öncüleyen” bir yöneliş içerisinde olmalıdır.
Ben de İslam ve devlet ilişkisi üzerine radikal bir şekilde yeniden düşünmemiz gerektiğine inananlardanım. İslam dininin devlet ile tarihi süreç içerisinde geliştirdiği ilişki biçimlerinin, kendi bağlamları içerisinde yer yer anlamlı ve hatta başarılı olsalar da, bu güne taşınamayacağını ve eleştirel bir kritiğe tabii tutulmasının çok acil bir mesele olduğunu düşünüyorum.
Burada modern siyaset düşüncesinin ve pratiklerinin bazılarını esas alarak geleneksel siyaset düşüncemizin eleştirilmesinin bir çeşit anakronizm olduğunun farkındayım. Yapilacak şey bu olmamalı zaten. Ama din adına konuşanların ve hareket ettiğini düşünenlerin bu tarihi birikimden hareketle günümüz siyasi ilişkilerini anlamlandırma ve düzenleme çabalarını ve bunun skandala varan sonuçlarını gördükçe böyle bir kritik kaçınılmaz oluyor.
Yeni ilişki şekilleri teklif etmek zorundayız. Ben dinin devlet ile ilişkisinden -kendi yüksek idealleri perspektifinden- hemen her zaman zarar gördüğünü ve “ezeli muhalefet” diyeceğim bir anlayışa evrilmesi gerektiğini savunuyorum.
Ama ondan önce yapmamız gereken başka bir şey var. İslam tarihi içinde ortaya çıkan siyasi yorumları kendi tarihsel bağlamları içinde anlamak ve sonra da modern bağlam perspektifinden neden yetersiz olduklarını incelemek gerekiyor. Bu bize geleneği neden aşmamız gerektiğini bildirecektir.
18 Haziran 2016 | Ö.K. ALINTI
18 Haziran 2016 | Ö.K. ALINTI
YORUMLAR