Hepimiz rehine gibiyiz.
Baskıdan, tehditlerden, karalama kampanyalarından korktuğumuz için gerçek tabloyu yazamıyoruz.
Barış süreci iki kişinin kişisel hırs ve cambazlığına malzeme yapılmış. Buna ses çıkaramıyoruz.
İki yıldır cenaze gelmiyor, az mı? sorusuyla oluşturulan beteri var algısı daha iyisini istememizin önüne geçiyor.
Sanki gerçek, içi dolu ve haysiyetli bir barış yapılamazmış gibi ortalıktaki bu pespayeliğe itiraz edemiyoruz.
Başbakan şehirlerde çocukları öldüren polisleri kahraman ilan ediyor. PKK hâlâ 13-14 yaşındaki çocukları dağa kaçırıp kendi saflarına katıyor.
Biz de bu hükümet ile çetenin liderinin mutabakatına barış diyoruz.
Şehirdeki çocukları öldürüyorlar, dağa çocuk kaçırıyorlar, bunun adına da barış diyorlar.
Barış; bilgelik gerektirir. Asalet, emek, zeka, esenlik, itimat gerektirir.
Baskının, tahammülsüzlüğün, kişisel hırsın, despotluğun her tarafı kasıp kavurduğu bir ortamda barış serabı görüyoruz.
iktidarın Kürt politikasında özgürlükçü, demokrat, hoşgörülü, nazik, istikrarlı olabileceğini sanıyoruz.
Güvenin, sözünün eri olmanın, saygının, fedakarlığın olmadığı bir barış sürecinden bu ülkeye bir fayda geleceğini düşünüyoruz.
14 yaşındaki çocukları dağa kaçıran, sokak çetesi gibi hareket eden bir topluluğa özgürlük savaşçısı muamelesi yapıyoruz.
Bu çeteden asalet, selamet bekliyoruz.
Yanıldığımızı gördüğümüz halde tüm bunlara ses çıkaramıyoruz
Barış nedir bilmiyoruz.
Barışın sadece adı var. İçeriksiz, bağlamından kopmuş, yalan yanlış, hedefsiz,
gelişmeyen, serpilmeyen, şifa vermeyen, umut vermeyen, sevindirmeyen bir sürece Barış diyerek kendimizi, birbirimizi kandırıyoruz.
***
Ülke sorunlarını çözme yolunda kılını kıpırdatmayan geçmiş iktidarlardan
sonra, her soruna kişisel rant ve siyasi kazanç olarak yaklaşan bu
iktidarın attığı sığ adımlar bile gözümüze esaslı icraatlar olarak
görünüyor.
İktidar, önceliğini kişisel ve siyasi faydaya göre belirlediği için sonuç da felaket oluyor.
İşte Barış süreci de benzer bir açmaza girdi.
Bütün bir ülkeyi ilgilendiren barış süreci Erdoğan ile Öcalanın kişisel pazarlığına dönüştü.
Bir tarafta hapisten kurtulmak için yaptığı gülünç manevraları bize barış süreci diye yutturmaya çalışan Öcalan var. Diğer taraftaysa siyaseti, ülkenin sorunlarını kendi kişisel kazanımlarına malzeme yapmakta mahir siyaset cambazı Tayyip Erdoğan var.
Resmen al gülüm, ver gülüm tavrı sergileniyor.
Gerçek bir fedakarlık da; dostluğu, kardeşliği, kaynaşmayı, özgürlüğü, artıracak gerçek bir barış da yok ortada.
Karşılıklı tehditler, kurnazlıklar, siyasi kazanım hesapları Barış adı altında büyük bir kumar oynuyorlar.
Hiç birimiz Kürtlerin hükümetten ne istediğini bilmiyoruz. Çünkü ortada bir netlik yok.
Kapalı kapılar ardında sürdürülen bir pazarlık var.
Tayyip Erdoğan neyi veriyormuş gibi yapıp cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürtlerin oyunu alacak, bilmiyoruz.
Abdullah Öcalan neyden vaz geçecek, veyahut ne vaat edecek de tutsaklığını özgürlüğe dönüştürecek, haberimiz yok.
Kürtlerin oyu niçin birkaç kişinin cebinde? Buna bile yadırgamıyoruz.
Hal böyleyken hükümet her kesimden oy almak için siyasi alandaki ihtiyaca göre yasalar çıkarıyor.
Ve bizler de o yasalarla yeni bir umuda yelken açıyoruz. Ta ki yasanın işe yarar bir sonuç doğurmadığını görene kadar.
İktidara sormamız gerekmez mi : Niçin sorunları bir bütün olarak değil, parça parça ve bir pazarlığa matuf olarak gündeme taşıyorsunuz?
Neden kişisel çıkarlarınızı bir kenara bırakıp bu ülkede yaşayan herkese özgür, itibarlı, haysiyetli bir yurttaşlık sağlamıyorsunuz?
Kürtlerin ne istediğini, ve sizin ne verebileceğinizi bu toplumun önünde niçin açık yüreklilikle söylemiyorsunuz?
Tayyip Erdoğan kendi kişisel hedeflerine varmak için aldığı risklerin onda birini ülkenin sorunlarını çözmek için alsaydı bugün dünyanın en özgür ve demokrat ülkesi olurduk.
Despot, tahammülsüz, megaloman, bilgelikten ve derinlikten uzak iki mahalle liderinden dünya lideri gibi davranıp üstün nitelikli bir barış yapmalarını bekliyoruz.
Asıl tuhaf olan böyle bir beklentiye giren bizim durumumuz. Yoksa bu numarayı çekenlerin değil. twitter.com/acikcenk
YORUMLAR