Zeynep Haşemi: 'İslam her günü kadınlar günü ilan etmiştir'
Zeynep Haşemi ile İslami hassasiyetler taşıyan kadınların kadınlar günü, anneler günü gibi tanımlanmış günlere nasıl baktıklarını konuştuk. Müslüman annelerin toplumdaki rolü hakkında önemli açıklamalarda bulunan Haşemi 'erdem' kavramının önemine vurgu yapıyor.
DÜŞÜNCE MEKTEBİ / SÖYLEŞİ
M. Mazlum ÇELİKZeynep Haşemi kimdir, bize kendinizi tanıtır mısınız?
İlim merkezi bir ortamda doğdum. İlim aşığı bir insan, ümmetin ve insanlığın sorunlarını kendine dert edinen, illa adalet diyen biriyim ve Ahseni Takvim sırrı gereğince insan merkezli bir kişiliğim.
Eğitimimin bir kısmını doğduğum ilçede tamamladım. Akabinde imam hatip lisesini bitirdim,
İletişim bölümünde okumaya başlarken 28 şubattan nasibimizi alıp üniversite eksenli eğitime ara verip ilmi (Medrese) çalışmalarına devam ettim. Yıllar sonra iade edilen haktan yararlanıp iletişim bölümünü bitirdim. Daha sonra İnönü ilahiyattan mezun oldum. Eğitimci yazar ve iki çocuk annesiyim.
Yazı hayatıma yıllar önce köşe yazılarıyla başladım uzun süre siyaset ve gündeme dair yazılar yazdıktan sonra siyasi yazılar yazmaya ara verdim ve edebiyata yöneldim.
Kadınlar günü, Anneler günü… Bu ve benzer özel günlerin kadını daha özel hissettirdiğine inanıyor musunuz?
Bu günlerin özel hissettirme durumu izafidir. Kültürden kültüre, inançtan inanca göre değişir ancak benim şahsi görüşüm şudur benim gibi ve benim gibi düşünen kadınların kendini özel hissettirdiğine inanmıyorum.
İslami hassasiyetleri olan bir kadın olarak bu ve benzeri günlere sizce nasıl yaklaşmalıdır?
Müslüman bir hanım elbette bu günlere, bu günlerin kutlamasına temkinli yaklaşmalı. Bir kere hanımlarımız şunu araştırmalı bu günlerin anlamı nedir? Çıkış noktası neresi ve nedendir. Bahsedilen bu günler kadını yüceltmek için yeterli mi? Bunu iyice tetkik etmeli. Görecekler ki allanıp bullanıp tamamen tüketim çılgınlığına dönüştürülen bu günlerin bir kıymeti yoktur. Neden diye sorarlarsa, zaten Allah-u Teala indirdiği İslam diniyle bu hakları vermiş ve bir gün değil her gün bayram gibi kutlanmalı demiştir. Daima kadınlara kıymet verilmesini emretmiştir Kur'anı Kerim ve Resulullah (s.a.v).
Kadınlar gününün çıkışı kutlanma hikayesi nedir bir bakalım "8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı." Elbette hikaye uzar gider. Dikkat edersek bir hak ihlali ve vahşet sonucu bu gün kutlanmaktadır. Çıkış yeri gayrimüslim bir ülke.
Peki biz şimdi dönüp İslama bakalım. Bir kere islam iaşeyi temini erkeğe yüklemekte zaten. Erkek kadına bakmakla yükümlüdür. Hatta buna mecburdur. Bu hakkı islam vermektedir. kadın ille de çalışmak istiyorsa kendi tercihiyle erkek onun kazancına karışamaz bu da yine islamın verdiği bir haktır. Bu konuda bir çok ayet ve hadis var. Şimdi geri dönüp kadınlar gününü kutlamayı gözden geçirelim. Batı kadını vahşetin içine sokup katledilmesine neden olduktan sonra hak diyor kutlama diyor hakkını koruyor güya, islam bu hakları zaten sunmuş ve çalışma mecburiyetinde bırakmamıştır kadını. Anneler günü yine ha keza… Bakın ayet bu konuda ne diyor: " Anne ve babaya iyi davranasınız. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlılığa erecek olurlarsa; onlara karşı, of dahi deme. Onları azarlama. Ve her ikisine de efendice sözler söyle." (İsra,23)
Gayri müslim kültür bir gün kutlarken, islam yaşadığı müddetçe ve hatta vefatından sonra bile iyiliği emretmiştir.
Bir de sevgililer günü var malum o da bambaşka bir garabet. Nereden tutsan elinde kalır misali. Çıkışı, kutlanışı, neden olduğu yozlaşmanın zararlarını anlatmaya ciltler yetmez.
Günümüzde toplumun rolü değişiyor; Sizce toplumun kadından beklentisi de değişmeli midir?
Örneğin annelik kurumu da çağa göre yeniden yorumlanmalı mıdır?
İllaki değişiyor, değişim her asırda, her dönemde değişim kaçınılmaz.
Toplumu oluşturan birey; mesleği, konumu, statüsü çizgisinde değişim sürdürür.
Haliyle birey değişim gösterince toplumun rolü de değişir. Elli yıl önce toplumun yarısı kırsal kesimde bulunurken bugün kentleşme arttı.
Yaşam farklılaştı, sanayi-makineleşme süreci, hizmet sektörü hızlandı. Eğitim seviyesi arttı.
Bununla beraber kadınların da iş hayatına atılmaları hız kazandı. Kadınlar iş hayatına atılınca annelik kurumu bir daha gözden geçirilmeye başlandı. Kadınlar işi tercih edip yıllarca anneliği erteledi ya da bir iki çocuk dışında çocuk istenmedi. Avrupa bizden erken bu durumları yaşadı hem kadının iş gücünden yararlanmayı hem de çocuk sayısının artırma yollarına gidildi. Çalışan kadınların iş yerlerine kreşler yapılmaya başlandı böylelikle çalışan anne çocuğuna yakın oldu, çalışma hayatına devam etti. Çocuk sayısını arttırma yolunu da annelere çocuk başına ücret ödeyerek nüfus artışı yolunu seçti.
Biz daha yeni yeni çare aramaya koyulduk. Yıllarca aile planlanmasıyla nüfus azaltılma yoluna gidildi (yanlış bir politikaydı) sonra fark edildi ki 50 yıl sonra genç nüfus tamamen azalacak bunun için annelik kurumu bir daha gözden geçirilmeye başlandı. Avrupa benzeri çözümler üretilmeye başlandı.
Annelik kurumu fiziki şartlar gereği belki de gözden geçirilmeli ama bana sorarsanız hiçbir meslek hiçbir statü annelik statüsü kadar kutsal değildir.
Her meslekten önce annelik mesleği gelir. Allahu tealanın kadına verdiği en büyük lütuftur. Bir anne olarak, bir yazar, toplum bilimci olarak anne ve anne adaylarına tavsiyem çocuklarınızı meslek ve kariyer uğruna heba etmeyin başka ellere teslim etmeyin. Hiç kimse anne gibi çocuğunuza bakmaz. En az 4 yaşına kadar işinize ara verip çocuğunuza kendiniz bakın. O güzel anları doyasıya yaşayın.İş hayatı devam eder ama o anlar bir daha geri gelmez. Annenin çocuğa uzak kalması çocuğun psikolojisi üzerinde olumsuz etki bırakır ve bu olumsuz etki hep devam eder.
Feminist hareketler kadını toplumda daha güçlü ve görünür kıldı; ama aile kurumu ciddi bir risk altında. Kocasını fabrikaya çocuğunu okula kaptırmış kadının kendi kimlik arayışları ciddi şekilde eleştiriliyor; ama bu durumda sistemin genelini eleştirmemiz gerekmez mi, İslam burada bir alternatif oluşturabilir mi kadınlara?
Toplumlar yozlaşıp özünden uzaklaşınca boşluklar ve bocalar dönemi başlar. Kadınlarımız islamın verdiği haklardan mahrum bırakılıp kapılar ardına itilince , ve bu kapılar ardında yoz kültür ile beslendi. Filmler, diziler, müzikler medya… Sonuç islamın kadına sunduğu haklardan habersiz boşluklar feminizm hareketleriyle doldurulmaya başlandı.İslam toplumu mensubu kadınlar, hiçbir dönemde asrı saadette olduğu gibi özgür ve hak sahibi olamamışlardır. Emeviler dönemiyle beraber kapı ardına kapatılmamalar başlanmış ta ki Osmanlıya kadar. Cumhuriyetle beraber bazı haklar verildi ama bu haklar da verilme şekli ve uygulanma yönüyle eksik. Toplumsal tabular geçerliliğini koruduğu ,İslamın ruhuna aykırılık sürdüğü müddetçe feminizm geçerliliğini hep koruyacak.
Sistem mi hatalı ,sistemin bir parçası olan israf hastalığı kapitalizm mi ,kıymetli okuyucunun takdirine sunuyorum"Çalışmak için mi yaşıyoruz, yoksa yaşamak için mi çalışıyoruz.Birey bu paradoksu aşamadıkça çözüm oluşmaz. Evet dayatılma var ama akıl da var, feraset de var değil mi? Bir insan bir ailenin israfa kaçmadan da hayatı idame edebilir.Gelelim kadının kimlik arayışına eğer Mümin bir kadın kur'anın ruhundan habersizse bir çok etken kimlik arayışına sokar onu. Mesele burada Allahın ona sunduğu kimliğe sahip olma bilincinde olmasıdır. peki bu nasıl olacak. okuyacak araştıracak, akledecek… İğneyi kendimize yani biz kadınlara, çuvaldızı erkeklere batıracağım biraz. Kadın bunalmasın da kim bunalsın aile kurumunu risk altına sokan biraz da erkeğin kendisidir. Daha lise çağında başlar "Çalışan eş istiyorum" demeye bunu duyan kız-kadın ne yapıyor tabi ki okulu bitirdikten sonra(her kız çocuğu muhakkak eğitim almalı ama bu demek değildir ille de çalışmak zorunda) kendine uygun eş bulmak için evde kalmamak için iş aramaya işe girmeye. E şimdi soruyorum, aile kurumunu sarsan etkenlerden biri siz beyler değil misiniz?
Yukarıda da belirttim kadın çalışmak zorunda değil. Kadın elbette eğitimini tamamlamalı, donatmalı kendini ama çalışmaya dolaylı da olsa zorlanmamalı. Bir de şu sorun var etrafımda ya da gözlemlerimden şahit oluyorum beyler çalıştırmıyor ama parasıyla hanımı dövüyor. yani parayı psikolojik baskı aracı olarak kullanıyor patronun kim olduğunu hissettirmekten geri durmuyor. Bu da çok yanlış. Bu durum da kadını çalışma hayatına iten şıklardan bir. Kadın çalışınca tabi çocuk bakımı zorlaşıyor vb.
Din adamlarımız veya siyaset adamlarımız kadını merkeze alarak zaman zaman yaptıkları açıklamalar kamuoyunu meşgul ediyor. Bir kadın olarak sürekli tanımlanıyor olmak sizi rahatsız ediyor mu? Bu açıklamalar için ne düşünüyorsunuz?
Ah ah! "Deveye sormuşlar boynun neden eğri nerem doğru ki demiş" Kadınlar yeri gelir ticari meta, yeri gelir günah keçisi, yeri gelir "Sen sus elinin hamuruyla erkek işine karışma" muhatabıdır.
Bana göre iki kesim de elini - dilini kadınlardan çekmeli. Allahın ve Allah resulünün kadınlara nasıl davranması gerektiğini gerçek anlamda öğrenip tatbik etmeli.
Son zamanlarda din adamlarının kadın üzerine görüşleri epeyce yoğun.
Hem medyada hem de sosyal medyada buna şahit oluyoruz.
Sanırım bazı söylemler eski bunlar alınıp kırpılıp paylaşılmaktadır.
Söylemler cımbızlanınca elbette ortaya hem islamı hem de kadını rencide edici bir tablo çıkmaktadır. Yıllarımı dini ilimlere vermiş medrese okumuş yanına ilahiyat okumuş biri olarak( sanırım alime diyebilirim )
inanın bu kadar kadını hedefe koymanın gereğini anlayamıyorum.
Evet haya kadının süsüdür. Ama aynı anda erkeğin de süsüdür. Kadın tesettüre riayet etmeli ama erkeğin de tesettürü göz kapağıdır. Allah seslenirken Ey insanlar diyor. Ama ne hikmetse bazı din adamları varlığını kadın konuları üzerine bina etmişlerdir. Ha ille de kadın üzerine konuşmak istiyorlarsa Efendimiz s.a.v 'in hanımlarına nasıl davranmışsa erkeklere bu konuları anlatsınlar.siz de biliyorsunuz değerli okuyucuların çoğu da vakıfdır bu hadiseye; Rivayete göre Osmanlı orduları İstanbul'u kuşatıp, şehre girmek için, surlarda gedikler açarken, Bizans sarayında, koca koca adamlar; melekler dişi mi, yoksa erkek mi' tartışması yaşıyorlardı. Teşbihte hata olmaz bizim din adamların yaptığı da biraz bu duruma benziyor.
Ümmet zulüm altında inliyor, Filistin kan ağlıyor, Suriye de masum bedenler toprağa tohum olup düşüyor Arakan Afrika…
Ümmetin derdine çareler üretmek dururken, kadın üzerinden gündem olmak gerçekten acı…
Bir eğitim sistemi içerisinde düşünecek olursak hangi kadın tipolojilerini kendinize örnek almaktasınız? Belki edebiyattan veya tarihten hatta günümüzden örnekler vermek gerekirse kimleri sayarsınız?
Beğendiğim alanında zeki, başarılı bulduğum pek çok hanım var .Fakat birebir örnek aldığım belirli biri yok.
Örnek aldığım bir hanım tipolojisi var o da Hazreti Hatice (R.A) dir. Öyle bir hanımdır ki -hayatını inceleyenler bilir- güzel vasıfları saymakla bitmez.
Efendimiz s.a.v in zevcesini başarmış akıllılıktadır. Kadın akıllı olmalıdır. Dönemin en zengin hanımlarımdandır ,zenginliğini Reslullahın ayaklarına sermiş cömertliktedir. Kadın fedakar olmalıdır. Resulullaha aşık bir yüreğin sahibiydi. Kadın Aşk ile bakmalıdır. Resulullahın yol arkadaşı olmuştur.Kadın sabırlı olmalıdır. Hazreti Fatıma gibi bir Hatun doğurmuştur.Alimlerin efendisi bir hanım olmuştur. soyundan sayısız alim zuhur etmiştir. Kadın ağaç gibi meyve vermelidir.
Sayacak o kadar çok hasleti var ki kalem tükenir.
Bu çerçevede son olarak kendinizi kadın kimliği ile tanımlarsanız hangi ölçütler sizin için esastır; annelik mi, eş olmak mı, adanmış olduğunuz iş veya başka bir şey ya da şeyler mi?
Annelik benim için en büyük payedir. Ama elbette en önemli kıstas benim için kul olma bilincini daima içinde taşımaktır.
Sıralamak gerekirse ; Hakkıyla kulluğu ifa etme bilinci ve bu minvalde faydalı olma … ikinci olarak annelik . Zira anne eşrefi mahluk olan insanı doğurup emek vermektir. Annelik sahadaki cariyeyi ifa etmektir aslında. İslama hizmetçi, topluma faydalı evlat yetiştirip büyütmek ibadetlerin en hasıdır. Erdemli bir toplumu ancak bilinçli anneler oluşturur.Kadın toplumun annesidir. Anne erdemliyse toplum da erdemli olur. Onun için kadını doğru bilinçlendirmek yetiştirmek gerekmektedir. Bir ülkenin geleceği annelerin elindedir.bilinçli ,doğru öğretilerle donanmış anne, çocuğunu bu yönde eğitir.
Ve edebiyat…
Çocuk masallarını incelediğimizde kadın sürekli kurtarılan, masum, ürkek prenses veya muadilleri olarak resmediliyor. Burada biçilmiş bir kaftan yok mudur?
Hazreti Havva'nın Hazreti Adem'in eğe kemiğinden yaratılma hadisesi göz önündeyken bu durum gayet normal gelmeli.Kadın-kız fıtratı gereği daha naiftir buna binaen hikayeler bu yönde çoğunlukla. Aslında belki de erkek egemen bir dünyanın sonucudur bu. Bilirsiniz kadınların savaşçı mücadeleci olduğu rivayet edilen kavimlerden bahsedilir. Eğer egemen kültür kadının güçlü savaşçı mücadeleci bir kültür olsaydı o zaman kızlar erkekleri kurtarırdı. Evet biçilmiş bir kaftan var. Bu tarz hikayeler ne katıyor çocuklara onu sorgulamak gerekir.Çocuk edebiyatı fazlasıyla üzerinde durulması gerekilen bir alan. Az önce erdemli toplum dedik, annenin müdahil olmadığı zamanlar olabiliyor çocuğa bu durumlardan biri de okuduğu kaynaklardır. Evde seçici olsa da eğitim hayatı içinde bunu ıskalayabilir. Bir çok zaman sosyal medyada konu olmaktadır. Bırakın çocukların, yetişkinlerin bile okunması sakıncalı olan çocuk kitapları piyasada dolaşıyor. Çocuk edebiyatı bilinçli eğitsel olmalı davranışı olumlu şekilde düzeltebilecek etkide olmalıdır. Yukarıda sorduğunuz soruda ürkekliğe değindiniz. Çocuk kitapları cesaret aşılamalı, ahlaki öğretiler sunmalı kahramanlardan ziyade kahramanın sergilemeye çalıştığı iyi yönüne odaklandırmalıdır.Bir eğitimci ve çocuk edebiyatı yazarı olarak toplumumuzun ebevyinlerine sürekli bir çağrıda bulunmaktayım. Lütfen çocuklarınıza kitap seçerken çok dikkatli olun ve önce siz okuyun. Gayri müslim çocuk edebiyatı almayın. Çünkü inanç ve kültür farkı vardır. Unutulmamalıdır ki kitap yazarın gölgesidir. Yazar kendinden, kendi inancından,yaşayışından doneler katmaktadır.
Burada sizin vesilenizle bir daha bu çağrımı yineliyorum.
Romanda istisnaları kenara bırakacak olursak kadın edilgen ve ifşa edilen bir tip olarak anlatılıyor. Virginia Woolf ve benzerleri dünya edebiyatında bunu bir noktada yıktılar. Türk edebiyatında hala “Çalıkuşu” gibi romanlarda ortaya çıkan “Feride” benzeri karakterlerin kadınlık onurundan ziyade Cumhuriyet ideolojisine hizmet ettiği eleştirileri var. Hem Müslüman hem her anlamıyla kadın karakterleri üretemememizin sebepleri neler olabilir?
Kadın olmak zordur deriz zaman zaman . Her alan neredeyse kadın üzerinden yükseliyor. Kadın yoksa alem neye yarar gülüyorum tabi bunları söylerken. Kadının şeytan sayıldığı bir dünyadan süzüle süzüle (Batı kadını ikinci sınıf, şeytan, cadı, saydığı vaki olunur asırlar önce) kadınlığı kalınca bunun üzerinden romanlar yazılmaya başlandı. Roman yazılımı bizde eski değildir. Batıdan bize geçmiştir. ilk yazılan romanlara baktığımızda yazarlar ekseriyetle erkekler e haliyle böyle olunca kendi fantezi dünyasında oluşturduğu kadın tipolojisi boyun eğen, kadınlığını kullanan … yani bu durum yine erkek egemen fikriyatından ileri gelmektedir . Bir de din inancı yoksa , dini öğretileri umursamıyorsa yazar da yazar. Tabi roman yazılımın olduğu ilk dönemlere de bakmak lazım kadının bulunduğu sosyal yeri nedir.Kadın eli edebiyata değince kadının romanlardaki yeri giderek farklılaşmaya başladı. daha mücadeleci , fedakar kadın kahramanlar çıkar romanlarda karşımıza.
Wirginia Wolf o dönemin tabularına sert eleştirilerle karşı çıkan, kadınlara önayak olmuştur. Hatırlayın batıdan bize romanın geçişi Cumhuriyetten yarım asır öncesidir neredeyse, O dönemi konjektürel olarak göz önünde bulundurmak gerekir. Edebiyat da bulunduğu konjektürel durumdan etkilenir buna roman da dahildir.Osmanlıda ilk ikinci Mahmut döneminde öğrenciler Avrupa’ya gönderilir. Avrupa’ya giden öğrenci elbette oranın hem fikren hem de yaşayış olarak etkisi altına girmeye başlar. bu böyle devam edegelir. Durum böyle olunca o dönemin Roman yazarları kadını ya "aydın"bir karakterde ya da dolaylı olarak islama kafa tutan "modern" bir şekilde resmederler. Çalı kuşunun Feride'si evet güçlü bir kadın ama aynı zamanda yaşadığı toplumun gerçeklerine aykırı resmedilmiş bir kadın. Aslında biraz da proje diyebiliriz o dönem öyle gerekti onun için öyle bir kahraman oluşturdu Halit Ziya…
Devir romanları var , kimi zaman tabulara başkaldırış kimi zaman feodal yapıya … Peki bu romanlar gerçekliğe yakın romanlar mıydı tüm okuyucuları kapsıyor muydu?
Yoksa belli okuyucu kitleye mi hitap ediyordu işte bunu irdelemek lazım. Yüzde doksan dokuzu müslüman dediğimiz toplumumuzda roman ne zaman gerçeklere yakın yazıldı ona bakalım şimdi. Hidayet romanları yetmişli yılların sonlarında yazılmaya başlandı diye biliyorum toplumun gerçekleriyle örtüşen romanlar olarak da bunları ifade edebiliriz. Şule Yüksel Şenler, İbrahim Yavuz, Ahmet Günbayyıldız…
Geldiğimiz noktada edebiyat-romanda iyiyiz diye düşünüyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi değil, yelpaze genişledi her yazar fikir dünyasına göre yazmaya başladı bu bir zenginliktir Kadının da yeri ap ayrı yazar olarak edebiyatta tabi ki
Şiir de kadının konumu daha vahim. Hatta bu durumu fıtrat olarak açıklama ihtiyacı ile açıklayan düşünceler ciddiye alınır oldu. Siz buna nasıl yaklaşıyorsunuz?
Kadının şiir konusunda güçlü olduğuna inanıyorum . Erkeğin kadından daha iyi yazdığına inanmıyorum böyle bir genelleme yapmak doğru değil. Şiir de tıpkı diğer alanlar gibi değişir. Bazen bir kadın şair bir erkekten daha iyi kalem oynatır. Mısraları süsler. duyguyu nakşeder bazen de bir erkek… Kadının şiir konusunda şansızlığı şuradan gelmektedir .Toplum baskısı, evet yanlış duymadınız toplum baskısı.Bir çok hanım şair bilirim ki şiirlerini gün yüzüne çıkarmaktan çekiniyorlar bu hanımlardan biri de benim Lirik şiir yazmayı severim yazarım da , zaman zaman bunları paylaşınca baskı altında hissetmişimdir. İşte bu yanlış düşünce kadını köreltmektedir. Erkekler bu yönüyle şanslı çünkü toplum baskısı yok onlar erkek (!)
Kadın hakkında yazılmış muhafazakar eserlerin muhtevasına baktığımızda aşırı yoğun ajitasyon, sürekli ders verme ve yanlış tercih edilmiş kelimelerle dolu metinler karşımıza çıkıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz tıpkı toplumsal konumda olduğu gibi edebiyatta da mı kadına yine yeri gösteriliyor?
Doğru bulmuyorum, ayrıca kadına ders vermek yerine topluma ders verme niteliğinde olmalı. Yazar kalemini özgürce oynatmalı tabi bu dindar kadın için de geçerli. Şunu benimsiyorum bir yazar şirk ve müstehcenlik dışında kalemini özgür bırakmalı ancak o zaman özgün olur. aksi halde taklitçi olmaktan ileriye gidemez.
Zeynep Hanım son olarak bize eser ve projelerinizden de biraz bahseder misiniz?
Pek çok makale ve Kitaplarımız mevcut. İki ay önce "Okumak Mutluluktur" projesi başlattık. Bu projeye konu olan kitabımız PAÇANYA KRALLIĞI Kitabımızdır. Amacımız kitabımızla çocuklarımızın doğru
kaynaklarla beslenmesi hedefimiz Tüm türkiyenin kırsal kesimdeki okullara ulaşmaktır. Kitap için harçlık biriktiremeyen çocuklarımıza ücretsiz kitap ulaştırmaktır.