Seni bu güzellikle görenler, korktular gül demeye dönüp diken dediler…
İşte bir yaz gününde, Torosların koynunda ben de düştüm böyle bir mor ışıklı dikenlerin arasına. Dikenleri ayva tüyü, gövdeleri kehribar oldu. Her biri birer sır deryası olan mor çiçeklerin ötesine geçip sırrına karıştım. Arıyla arı, kuşla kuş oldum. Karınca olup yürüdüm gövdesinde. Örümcek olup atladım daldan dala. Sinek olup ağa düştüm, yusufçuk olup uçtum.
Yusuf Yavuz
Coğrafya insanın en eski evidir. Bugünkü beton, çelik ve camdan oluşan kafeslere tıkılıp kalmadan önce, toprağın kokusuna, suyun ve yağmurun sesine, yerin yüzünü şenlendiren otların havaya karışan o sarhoş edici baharlarına harman olup yaşayıp gidiyordu...
Kimi zaman deli bir dilfir tarlası ki uçsuz bucaksız bozkırları sarıya, ala boyar; kimi zaman da Çingene morlarını giyinmiş bir yonca şenliğine karışır insan. Kış ortasında düşülen anemon denizinde düşlere karışıp kulaç attığı da olur. Haziran'da patlayan gövdeleriyle ve ayva tüyleriyle bütün mahlûkatın başını döndüren salvialara düştüğü de doğrudur yolunun...
Ama hiç bir zaman methiye düzülmemiş olan ve her dem kendisinden kötücül kelimelerle söz edilen deve dikenine yolu düşmez insanın. Belki de binlerce yıllık bu eski yoldaşının yolundan saptığı içindir, kim bilir...
Oysa Meryem'in sütüyle ağaran o yeşil yaprakların arasından başını göğe uzatan ışıklı mor çiçeklerde tanrının sırları saklıdır.
Ortadoğu'nun, Asya'nın, Anadolu'nun dikenler içindeki İsa'sıdır. Güneşi bir dikişte içmiş gövdesiyle ışıktan bir kehribardır. Bozkır'ın Yunus Emre'si, Tebriz'in Şems'i, Şam'ın Selahaddin'idir.
Kimi zaman da hiçliğin ortasındaki umuttur, gövdesinde sakladığı yaşam sırrıyla...
Ne zaman haylaz bir yeni yetmenin elinde sopasıyla sığırkuyruğu ya da deve dikenini dövdüğünü görsem, gövdesine kadar toprağa gömülü bir masumun, insanın derinlerinde yatan ve her uyandığında yaşamı acıtan kötülüğün eliyle recmedilmesi gelir aklıma.
Almadan vermenin, tüketmeden üretmenin, azla yetinmenin, her şeyi görüp de etrafın o beyhude vızıltısına karşı sessizce akıp gitmenin sırrı nedir diye sorulacak olsa, buna en çok deve dikenlerinin yanıtı olmalı. Ama onlar yine de alçak gönüllülüğü elden bırakıp bilmişlik taslamazlar. Bildiğini bilmenin iç rahatlığı ile Hasan Dağı'na, Akdağ'a, Toroslar'a ya da Erciyes'e bakar dururlar; unutulmamış bir sevgiliyi bekler gibi...
Anadolu insanının en eski sırdaşlarından biri olsa da yine de bugün yaşadığı zulmün bütün zamanlardan çok olması onu yaşamdan soğutmaz. Çünkü varoluşunda şikâyet etmeksizin yolunu tamamlamak vardır. Bütün nebatat naz-i niyazla havadan, sudan, tozdan topraktan şikâyet ederken o sessizce yapraklarını inceltip yaşamaya bakar. Çünkü işi üretmektir onun. Arıya, kuşa, böceğe ya da insana verecekleri, söyleyecekleri vardır.
İşte bir yaz gününde, Torosların koynunda ben de düştüm böyle bir mor ışıklı dikenlerin arasına. Dikenleri ayva tüyü, gövdeleri kehribar oldu. Her biri birer sır deryası olan mor çiçeklerin ötesine geçip sırrına karıştım. Arıyla arı, kuşla kuş oldum. Karınca olup yürüdüm gövdesinde. Örümcek olup atladım daldan dala. Sinek olup ağa düştüm, yusufçuk olup uçtum.
Kırlangıç telaşıyla ta uzak yollardan gelip mor ışık denizinin kıyısında soluyan bir yüreğe dokundum sonra. Eski zamanlardan düşler saklamış koynunda. Yeni zamanlar için umut. Annesinin ayak izlerinden zamanı tersine doğru yürüyüp hep yarını adımlamış. Kilimler, siniler ve eski maşrapalar biriktirmiş avucunda. Kimi zaman çiçekli bir halının üstünde havalanıp bakmış âleme, kimi zaman da uçan halıların masallarına bakıp durmuş, âlemden. Ama hiç yitirmemiş avuçlarında sımsıkı tuttuğu yüreğin coşkusunu...
Deve dikeni bu. İnsanı hiç kendine çeker mi? Çekiyor işte. İnsan bir kere morun ötesine geçmeye görsün. Yüreği bazen bir dikenden bile geçip varıyor, ruhunu incelten vahaya.
Ben de vardım işte ışıklı bir Temmuz günü, mor denizinin kıyısına. Bir yanım kırlangıç telaşı, bir yanım sonsuz dinginlik…
***
*Başlığın orjinali İmadeddin Nesimi’ye aittir ve tamamı şöyledir: “Seni bu güzellik ve güzel yüz ile, bu iyilik ile görenler, korktular Hak demeye, döndüler insan dediler.”