Öncelik, ateşin söndürülmesinde
Kan ve gözyaşı sel olup yurdun her tarafında oluk oluk akmaya, dolayısıyla yürekleri yakmaya devam ediyor.
Bu acı tablo karşısında evvelâ herkesin İlâhî dergâha el açıp içtenlikle şu meâlde duâ etmesi lâzım:
Yâ Rab! Günahlarımızı affeyle! Bizi kendine kul, Habibine (asm) hakiki ümmet kabul eyle!
Bilerek-bilmeyerek işlemiş olduğumuz hataların bedelini bize pahalıya mal etme!
Söndürmekte âciz kaldığımız şu maddî ve mânevî fitne ateşlerini Sen dindir, Sen söndür, yâ İlâhî!
Bu fitne ateşini körükleyen veya üzerine benzinle gidenleri de kahr û perişan eyle!
Fitneye sebebiyet verenlerden kàbil-i ıslâh olanları ıslâh eyle! Islâhı kàbil olmayanları ise, başımızdan ve içimizden Sen bertaraf eyle!
Omuz omuza durarak
Yeniden nükseden terör sıtmasına karşı insanlarımızın takındığı tavır, birbirinden hayli farklılıklar arz ediyor.
⋆ Kimisi hamasî nutuklar atmaya, kin ve öfke ateşini daha da alevlendirmeye devam ediyor.
⋆ Kimisi, intikam yemini ile taraftar toplamanın gayreti içinde.
⋆ Kimisi, yurdumuzu saran ve sarsan bu dehşetli fitne ateşini bir siyasî ranta tahvil etmenin hesabını yapıyor.
⋆ Kimisi, terörün özellikle iç meselelerden, kimisi de bu belânın sırf dış dinamiklerden kaynaklandığını söylemeye devam ediyor.
⋆ Kimi çevreler, sivil siyasetten artık ümidini kesip askerî yöntemlerle meseleyi kökten halletmenin tek çare olduğunu pompalamaya çalışıyor.
⋆ Geniş bir yelpaze ise, yine sağduyu ve i’tidâl çağrısı yapmaya, yine kardeşlikten dem vurmaya, yine hukuk ve demokrasi içinde kalınarak çare arayışlarının sürdürülmesi gerektiğini seslendirmeye devam ediyor.
Gönül isterdi ki, terör fitnesine mâruz kalan insanlarımızın tamamı, hiç olmazsa mutlak çoğunluğu böyle parça-bölük değil de aynı müştereklik içinde bulunsunlar; bu dehşetli hastalığın teşhis ve tedâvisinde hem-fikir olsunlar; aynı kıbleye doğru omuz omuza durdukları gibi, yurdu saran bu müthiş tehdit ve tehlikeye karşı da aynı vaziyeti takınmaya çalışsınlar.
Milletçe bu tavrı takınmak ve bu duruşu sergileyebilmek için, kabule karin olacak şartlar dahilinde duâya devam inşaallah.
Kürt Realitesinin Çözümünde Bediüzzaman’dan Reçeteler
Yeni Asya Gazetesi yazarlarından M. Latif Salihoğlu'nun oldukça önemli mesajlar içeren konferansını istifadenize sunuyoruz;
TARİHTE 10 Eylül
“Kıyâmet-i Suğrâ”
Türkiye tarihinin en yıkıcı sarsıntılarından biri 10 Eylül 1509’da İstanbul’da yaşandı.
Merkez üssü Marmara Denizi olan bu depremde, Edirne’den İzmit’e, Gelibolu’dan İznik’e kadar olan geniş bir saha, şiddetli şekilde sarsıldı. Artçı sarsıntılar da aylarca devam edip gitti.
İstanbul’da, ahşap binaların inşa edilmeye başlanması, bilhassa bu depremden sonraki döneme rastlar.
Depremin şiddeti 7’nin üzerinde olduğu kuvvetle muhtemel.
Öyle ki, kayıtlara göre İstanbul’da tsunami meydana geldi. Sahil tarafındaki tarihî surlar, camiler ve sâir yapılar büyük hasar gördü.
Ayrıca, yekûn 160.000 nüfusa ve 35.000 kadar yerleşim birimine sahip olan İstanbul'da, yaklaşık 13.000 kişinin öldüğü, 1000’den fazla evin de tamamen yıkıldığı ifade ediliyor.
Osmanlı tarihinde “Kıyâmet-i Suğra/Küçük Kıyâmet” olarak da isimlendirilen bu zelzele, Sultan Fatih’in oğlu Sultan Bâyezid zamanında vuku buldu. Padişah, çok büyük masraflarla şehri yeniden inşa faaliyetlerini başlattı.
Cuntadan keyfî-küfrî muamele
Demokrat Partiyi deviren (27 Mayıs 1960) darbeci cuntanın günah galerisi o kadar dolu ki, sayıp dökmekle bitecek gibi değil.
Dehşet verici bu günah ve cinayetlerden biri de, çoğu Kürt kökenli olmak üzere 485 mâsum insanımızın türlü bahanelerle Sivas'taki Kabakyazı toplama kampına toplanarak onlara insanlık dışı işkencelerde bulunulmasıdır.
Aylarca süren işkenceli yargılamalar neticesi 430 kişi serbest bırakılırken, tanınmış, halkın itibarını kazanmış 55 şahsiyet ise yeni ve daha ağır bir sürgün cezasına çarptırıldı.
Şeyh, ağa ve kanaat önderi olarak bilinen bu dindar şahıslar, Türkiye'nin Batı bölgelerine ve çok dağınık bir şekilde sürgün edildiler.
Bu utanç verici sürgün cezası 10 Eylül 1962 tarihine kadar devam etti.
İşte, bu işkenceli ve katmerli sürgün cezasına çarptırılanların başında Üstad Bediüzzaman’ın “Nur’un cesur zâbiti” dediği Mehmet Kayalar geliyordu.
Diğer bazı isimler: Kinyas Kartal (Van), Faik Bucak (Urfa), Said Ramanlı (Batman), Ebubekir Ertoş, Said Ensarioğlu, Ş. Selahaddin Fırat, Cemil Küfrevî.
@salihoglulatif: Birkaç haftalık aradan sonra, sizi Allah’ın selâmıyla selâmlayarak ve yeniden Bismillah diyerek yazılarımıza başlıyoruz.