"BU DANSI BANA LÜTFEDER MİSİNİZ?"
İşte size üzerinde düşünülecek bir konu
Zeki Sarıhan
Birkaç yıl önce 1968 yılının gazetelerini karıştırırken 1 Kasım 1968 Cuma günkü Cumhuriyet gazetesinde şu açıklama ile karşılaştım:
“Yüksekokullarda danslı toplantılar yapılmayacak-Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği Yönetim Kurulu’nun bir kararına göre, bundan böyle yüksekokullarda danslı toplantılar yapılmayacaktır. Basın sözcüsü Zeki Sarıhan imzalı bildiride okullarda halk müziği ile halk oyunlarının geliştirilmesine çalışılacak, kültür emperyalizminin etkilerine karşı konacaktır…”
Ankara’daki Yüksek Okullarının (Gazi Eğitim Enstitüsü, Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu, Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu, Turizm Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu, Yüksek Öğretmen Okulu ve İktisadi Ticari Bilimler Akademisi) öğrenci dernekleri, Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği adıyla bir Birlik oluşturmuşlardı. Ben bu Birlikte Gazi Eğitim Öğrenci Derneği’ni de temsil ediyordum.
Bu olayı unutmuşum, ama arşiv unutmuyor. Birliğin Yüksekokullarda dansı yasakladığını ve yerine halk oyunları ve halk müziğinin geliştirilmesine çalışacağımızı kararlaştırmışız.
Bugün bu satırları okuyanlar belki de danslara karşı çıkan bizi yobazlıkla suçlayacaklar. Ben de kimliğimin gel-gitlerle oluşmaya başladığı bir dönemde 28 Kasım 1962’de öğretmen okulunda tuttuğum notlarda şu bilgi ile karşılaşıyorum. Lise 1’deyken Eğitim Şefi, kültür konusunu anlatırken “Dans edilir, edilmelidir, öğrenilmelidir” gibi sözler edince, buna itiraz eden arkadaşı “yobaz” olarak nitelemişim ama notlarıma şu cümleyi eklemeyi de unutmamışım: “Bu toplum bizi karşılayabilecek mi? Kaldırabilecek mi?”
O tarihte benim derdim, dini muhafazakârlık değil, dansın halkla ilişkimize zarar vereceği idi. Bir yanda modernleşme isteği, diğer yanda halkın öğretmeni olma kararı…
Beş yıl sonra 1967 sonbaharında Gazi Eğitim Enstitüsüne yatılı öğrenci olarak kaydolduğum zaman, doğal olarak kendimi çok değişik bir çevrede buldum. Bir köy çocuğuydum ve öğretmen okulu yıllarında da erkek öğrencilerle okumuştum. Ardından üç yıllık köy öğretmenliği geliyordu. Şehir hayatına ve kültürüne yabancı sayılırdım.
Kent kültürüne uyumsuzluk benim köylü bir sosyalist olmamdan kaynaklanıyordu. Devrime ihtiyacı olan emekçi halktı ve halk, kendine yabancı bir kültürü taşıyanlarla iktidara yürüyemezlerdi. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan işçi ve köylülerle birlikte olmalı ve onlara önderlik etmeliydik. Ne kadar keskin devrimci teoriler yaparsak yapalım, öğrenci kampüslerinde kapalı kalmakla amaca ulaşamazdık. Bu nedenle olmalı ki 1967’de ilk kez İstanbul’a gidip sosyalist Ant dergisi bürosunda derginin yazarlarından İnci Özgüden’le karşılaştığımda, onu makyajlı görüp sosyalist bir kadının nasıl olup da gözlerini, dudaklarını boyadığına hayret etmiştim.
Okulda kabıma sığamıyordum. Aklım fikrim köyler ve köylülerdeydi. Onlarla yürüyüşler yapmış, yol boylarında nevalemizi paylaşmıştık. Önce tatil günlerinde Ankara’nın gecekondu semtlerine attım kendimi, Altındağ halkının yaşantısını gözlemledim. Sonra 1968’de Öğrenci Derneği seçimlerinde yönetim kuruluna seçildim. Köycülük Kolu başkanlığını tercih ettim.
Ne yapmalı da öğrencileri köylülerle, köy hayatı ile tanıştırmalıydım. Bunun için resmî bayram günlerini kullandık. İşçi Bayramı yasak olduğundan 1 Mayıs 1968 gününü Gazi Eğitim’de “Köy Günü” ilan ettik. Aslına bakılırsa köylülerin durumu işçilerden daha kötüydü. O gün, 19 Mayıs ve 27 Mayıs bayram günlerinde gruplar halinde Ankara’nın köylerine geziler yaptık. Bu gezilere Yüksek Okullardan öğrenciler de katıldı. İşte, halkla bağlarımızı koparmıyorduk ve bu bağı kurmamış olanlar da köyü tanıyorlardı! Ankara yüksekokullarında Köycülük havası esmeye başladı.
Gün Zileli, o yılları anlattığı bir kitabında her halde bu tip tutumlarıma bakarak benim “popülist” olduğumu yazıyor. İtiraz etmiyorum.
1968’i 1969’a bağlayan yılbaşı gecesi, okulumuzda danslı bir eğlence düzenlendi. Ben bu geceye gitmeyerek birkaç kişiyle kantinde pinekledim. İtiraf ediyorum, gözüm o gecede kalmadı değil. 1970 mezuniyet gecesinde ise burjuvalaştım mı nedir? Kızlarla bol bol dans ettim! (Kız arkadaşlardan biriyle dans ederken fotoğrafım var ama paylaşmıyorum, neme lazım!) Bütün hayatım boyunca bazı burjuva düğünlerinde o da eşimle dans ettiğim zamanlar sayılıdır.
Bu olayda, Batının kültür istilasına karşı bir direniş var. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’da Nevruz devlet tarafından bütün görkemiyle kutlanırken, Cumhuriyet’ten sonra bunun bir yana bırakıldığını ve ülkenin çeşitli yerlerinde dans kursları açıldığını eski gazetelerde okuyunca 21 Mart 2020 tarihiyle “Nevruz’dan Dans Kültürüne” yazımı paylaştım.
İşte size üzerinde düşünülecek bir konu. (23 Mart 2021)
zekisarihan.com