BİR PORTRE: 7. Ölüm Yıldönümünde ÇETİN ALTAN
Sn. Hüseyin Gökçe beyin "BİR PORTRE: 7. Ölüm Yıldönümünde ÇETİN ALTAN " başlıklı makalelerini siz değerli okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Değişmekten ve yanılmaktan korkmayan adam… Kültüründe hem Osmanlı hem batı hem Atatürk devrimleri olan bileşkelerin adamı… Bir zamanlar çile çektiği arenada piknik yapan usta kalemşör, bahtlı şövalye…
Dünya çapında ilgi görmüş, Fransa’da okullarda ders olarak okutulmuş eserleri var. Ancak iki eseri hepsinden önemli: Prof. Dr. Mehmet Altan ve Ahmet Altan.
Solculuğun prim; prim ne kelime şakır şakır “Getiri” anlamına geldiği dönemlerde hızlı Marksist, Özal’ın açtığı liberal asfaltlarda “Uslu” sürücü, ondan sonraki dönemlerde ise “Akıl satarken akla saygılı” pratisyen hekim…
1985’lerden sonra hak etmediği biçimde ona “Dönek” etiketini takanlar, ilerleyen yıllarda “Dönek oğlu dönek” olup çıktılarsa da ya etrafa çaktırmadılar ya da hazmetmek için kırk kasa soda diktiler kafalarına. Tabi, usta kalemşörden ağızlarının payını da aldılar.
Şahsen, Çetin Altan’ın beğendiğim yanları beğenmediğim yanlarından fazladır. Romanları, kıvrak günlük yazıları, yer yer akıl dolu üslubu hoşuma gider. BANA GÖRE ÇOK İYİ BİR GAZETECİ, ÇOK İYİ BİR YAZARDIR.
Ona en son Eminönü’nün ünlü lokantası Hamdi’de rastladım. Masalarımız yan yanaydı… O karısıyla, ben arkadaşlarımla idim.
Güney’in insanı alıp bir yerlere götüren o ızgara kokuları, az ötedeki Sirkeci köprüsünün yosunlu deniz kokusuyla giriştiği mücadeleden üstün çıkan taraf olarak çalımla etrafa yayılmıştı… Çetin Altan üstat da az önce tamamladığı tavuk ve kırmızı etten oluşan Urfa senfonisinin mestiyle kahve faslına geçmişti.
Göz ucuyla bunları kontrol edip, zeminin sohbete uygunluğuna kanaat getirince usulca kalktım yerimden ve üstadın masasına gittim.
Şirin bir yüz ifadesi ve ona uyumlu ses tonuyla “Afiyet olsun”u çektikten sonra bir şey sormak istediğimi beyan ettim. Bütün centilmenler gibi nezaketle buyur etti masaya. “Yemek için size de bir şey söyleyelim” dedi. Doğrusu nezaketin bu kadarını beklemiyordum. Üst üste teşekkürle amacımın sadece bir şey sormak olduğunu belirttim. “Hay hay efendim…” den sonra, günümüzdeki ordu-toplum ilişkileri üzerine düşüncelerini bir de canlı olarak duymak istediğimi ilettim.
Başladı anlatmaya…
O bildik hızlı, dikkat edilmezse zor anlaşılır ses tonu ve heyecanlı ama nerdeyse kusursuz Türkçesiyle…
İlk beş dakika benim için gayet iyi idi… On dakika da öyle…
Ama sohbet uzayınca ilk tepki arkadaşlarımdan geldi… Önce kaş göz işaretler ardından “Kahveden sonra çaylarımızı da bitirdik, kalkabiliriz…” türünden uzaktan uyarılar…
Çetin Altan’la ikili (Eşi Solmaz Kâmuran hanım lafa hiç karışmıyordu) sohbet yarım saati doldurunca arkadaşlardan biri yanımıza kadar gelerek hafif homurdanmalı bir sesle gitmemiz gerektiğini geveledi. Başından beri uzayan konuşmanın bizim taraf için sıkıntı boyutuna vardığını fark eden Çetin Altan, gülümseyerek arkadaşıma:
“Benim suçum yok” dedi. “Berber koltuğuna arkadaşınız kendi rızasıyla oturdu…”
Çetin Altan’ın hayatını eşi Solmaz Kâmuran 1998’de İpek Böceği Cinayeti adıyla kaleme alıp yayınladı.
(NOT: Çetin Altan,yedi sene önce bugün yani 22. 10. 2015 tarihinde saat 11.05'te Maltepe Fatih Üniversitesi Hastanesinde (Sema Hastanesi) son nefesini vermiştir. Allah rahmet eylesin.)
HÜSEYİN GÖKÇE