AK Parti ne vaat etti AKP ne yaptı!
Türkiye, yarın yine kader seçimlerinden birine gidiyor. Kamuoyunun büyük bir ekseriyeti, bu seçimleri sadece bir milletvekili seçimi değil; aynı zamanda Türkiye'nin yönünün ve rejiminin belli olacağı bir oylama olarak görüyor.
Birçok siyasi gözlemci, artık ‘AK Parti-AKP’ ayrımı yapıyor. Bu görüş, çağdaş bir demokrasi vaadiyle yola çıkan AK Parti’nin, zamanla verdiği bütün sözlerin aksine, tipik bir statüko partisine dönüştüğü tezine dayanıyor. İşte bu statüko partisi için de ‘AKP’ isimlendirmesi yapılıyor. Peki AK Parti millete ne söz vermişti, AKP ne yaptı…
‘DEMOKRASİ, HUKUK DEVLETİ’ DİYORDU: AK Parti, 2001 konjonktüründe tam bir demokrasi manifestosu ile siyasi hayatına başlamıştı. Parti programı, ülkenin kurtuluş reçetesi gibiydi. Gerek ekonomi gerekse siyasi ve toplumsal alanlarda kriz noktaları iyi tespit edilmiş, buna göre çareler önerilmişti. Çoğulcu ve katılımcı demokrasi, temel hak ve özgürlükler, sivil toplum hassasiyetle korunuyordu. Parti programında, “Hukuk devleti olmayan ve hukukun hakim olmadığı bir toplumda demokratik rejimden bahsedilemez.” deniyordu.
PARLAMENTER SİSTEM VE KUVVETLER AYRILIĞI VURGUSU:Programda ‘yeni Anayasa’ başlığı açılmıştı. “Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler açık, net ve anlaşılabilir bir biçimde belirtilecektir. Kuvvetler ayrımı ilkesi hassasiyetle uygulanacaktır. Yasama, yürütme ve yargı güçleri arasında denge ve denetim sağlanacaktır.” şeklinde hedefler sıralanıyordu. Aynı hedefler, bütün seçim beyannamelerinde de güçlü bir şekilde yerini almıştı. Hiçbirinde başkanlık sistemi yoktu.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE ÖZEL BÖLÜM: “Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri, titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır” şeklinde taahhütler vardı. 2002 Beyannamesi’nde, “AK Parti, medyanın çoğulcu ve rekabetçi bir yapıda gelişmesini savunur.” deniyordu. 2007 Beyannamesi’nde, “AK Parti, demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi için, medyanın bağımsızlığını etkin ve şeffaf bir sivil toplumun gereği olarak görmektedir.” teminatı veriliyordu.
ÜLKEYİ STK’LARLA BİRLİKTE YÖNETME VAADİ: AK Parti’nin gerek programı gerekse beyannamelerinde ısrarla yer verilen bir kavram var: ‘Yönetişim’. ‘Demokratikleşme ve sivil toplum’ başlığı altında gündeme getirilen bu kavram, vatandaşların yönetime aktif bir şekilde katılması anlamına geliyor. ‘Katılımcı demokrasi’ tanımının içerisine giren bir kavram.
‘KÜRT SORUNU’NDAN, ‘NE KÜRT SORUNU YA!’YA DÖNÜŞ: “AK Parti’den AKP’ye geçişin en güzel örneklerinden birisi ‘Kürt sorunu’ oldu. Parti programına, “Kimimizin Güneydoğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz olay, maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir.” kaydını geçiren AK Parti, cumhurbaşkanı olarak devletin tepesine taşıdığı liderinin ağzından, “Şimdi bakıyorsun, Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya! Artık böyle bir şey yok.” inkârını da kürsüden haykırdı.
EĞİTİM VE TEŞEBBÜS HÜRRİYETİ RAFA KALKTI: AK Parti, bütün seçim beyannamelerinde ‘düşünce ve inanç özgürlüğü’, ‘eğitim, örgütlenme ve teşebbüs hürriyeti’ vurgusu yaptı. ‘Sivil toplum kuruluşlarının yönetime daha aktif katılımı’nı teşvik etti. “İdarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı denetimi dışında bırakılmayacaktır.” teminatını verdi. Ne var ki 3. döneminde tam da bu şekilde altını çizdiği gibi hukuku ‘korkutma ve cezalandırma’ aracı olarak kullanan bir siyasi iradeye dönüştü.
‘3 Y İLE MÜCADELE’ UNUTULDU: 2002’de ‘3 Y ile mücadele’ söylemi ile iktidar olan AK Parti, bunları ‘yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar’ şeklinde sıralıyordu. Yolsuzluk ve rüşvetle mücadele için de çeşitli taahhütler vermekteydi. Fakat bırakın yolsuzluktan arındırmayı, Türkiye’yi daha büyük ve daha sistematik bir yolsuzluk batağının içine sapladı. 17 ve 25 Aralık’ta, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet çarkı ortaya çıkarıldı.
EKONOMİ İÇİN DEMOKRASİ VE HUKUK ŞART GÖRÜLÜYORDU:Dönemin başbakanı Erdoğan, her vesileyle, “Demokrasi ve ekonomi at başı gider.” temalı konuşmalar yapıyordu. 2007 Seçim Beyannamesi’nde, “Çağdaş normlara dayalı olarak işleyen bir hukuk düzeni, ekonomik kalkınmanın ön koşulları arasında yer alır.” deniyordu. Ancak iktidar partisi temsilcileri, bir dönem sonra aynı vurguları yapan TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz’ı ‘vatan haini’ ilan etti.
‘İLERİ DEMOKRASİ’DEN ‘YOK DEMOKRASİ’YE: “Gelelim ‘ileri demokrasi’, ‘güçlü siyaset’, ‘güçlü demokrasi’, ‘güçlü sivil toplum’ kavramları ile süslenen 2011 beyannamesine… Beyannamenin ilk ve en önemli başlığı ‘ileri demokrasi’ idi. Bu başlığın altı da neredeyse tümüyle ‘yeni anayasa’ vizyonuyla doldurulmuştu. İktidar partisi, 12 Haziran seçimlerinden yüzde 49,9 gibi büyük bir zaferle çıkmayı başardı. Fakat liderinin ‘başkanlık’ hülyası nedeniyle bu yeni anayasa beklentisini karşılıksız bıraktı. TBMM çatısı altında 4 partinin oluşturduğu Uzlaşma Komisyonu’nun 14 ay sonunda dağılmasının en büyük sebebi, ‘Erdoğan’ın ‘başkanlık dayatması’ oldu.
HERKES DARBECİ, HERKES HAİN!: AK Parti, 2011 Beyannamesi’nde Türkiye’nin ‘demokrasi açığını’ nasıl kapattığını sıralarken, “Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’nin yapısı ve fonksiyonları yeniden düzenlenerek, çağdaş demokrasilerdeki standartlara kavuşturulmuştur.” maddesini de eklemişti. Fakat 4 yıl sonra, yönetime katılmaya çalışan bütün toplum kesimleri, STK’lar ‘darbeci’, ‘milli irade karşıtı’, ‘hain’ ilan edilmeye başlandı.
KIRMIZI KİTAP HORTLADI: Hizmet Hareketi ile beraber bütün dini cemaatler, MGK gündemine getirildi. Tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi cemaatler ‘legal görünümlü illegal yapılar’ adı altında ‘iç tehdit’ olarak algılandı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, AKP’nin yeni anayasası haline geldi. Halbuki Erdoğan, 2010 yılında Kırmızı Kitap’ı ‘tüyler ürpertici’ diye niteliyor ve “Bundan sonra asla ‘iç düşman’ diye bir şeye müsaade edemeyiz. Kendi halkını dışlayan, halkını tehdit unsuru olarak gören anlayışlar çağ dışıdır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin aslında kanuni geçerliliği yok, bir genelge.” diyordu.